- Katılım
- 17 Mart 2019
- Mesajlar
- 7,433
- Tepkime puanı
- 9
- Cinsiyet
-
- Bayan
Bu efsane bize hem Çin kaynakları, hem de Iran kaynakları tarafından anlatılıyor. Bu durum gösterir ki, bu efsane eski Türklerce çok önemli idi. Çünkü Türklerce büyük önemi bulunmayan bir şey, Çin ve Iran gibi büyük milletlerin ilgisini çekemez.
Bundan başka bu efsaneyi, gerek Çinlilerin ve gerek İranlıların doğrudan doğruya Türklerden aldıkları meydanda. Birbirinden bu kadar uzak bulunan bu iki millet, bu efsaneyi birbirlerinden alamazlardı (Bu iki kaynağın verilen Köprülü'nün Türk Edebiyatı Tarihi ismindeki eserinin birinci kitabının 71 ye 72 nci sayfalarında yazılıdır.)
Bu efsaneye göre, Dokuz Oğuz'lar önce "Kumançu" adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada "Tugla" ve "Selenga" adlı iki ırmak akarmış. Bir gece aradaki iki ağacın üstüne gökten bir ışık sütunu indi. Ağaçlardan biri "sumu" yani. "huş yahut kayın ağacı, Bouleau", diri "Cihanküşâ"ya göre çam fıstığı, "Kaşgarlı Mahmud'a göre fındık ağacı" idi. Bu ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş erkek çocuk göründü.
Daha çocuklar doğmadan, bu ağaçların çevresinde otuz adım çapında gümüşten bir daire meydana gelmişti. Ağaçlardan müzik sesleri işitiliyordu. (Müziğin din ve büyüsel açıdan bir gücünün olması da bundan ileri gelir.) Gökten inen ışık sütunu orada yeşim'den bir kaya oluşturdu. (Yeşim'in dinsel ve büyüsel gücü de buradan gelir) 0 yöre deki Türkler bu çocukları büyüttüler. İsimlerini "Sungur Tekin, Kutur Tekin, Tukan Tekin, Or Tekin, Boğu Tekin" koydular.
Bunlar on beş yaşına gelince baba ve analarını sordular. Türkler, onları iki ağacın yanına götürdüler. İşte bunlardan biri babanız, diğeri ananızdır dediler. (Huş ağacının baba, çam fıstığı ağacının ana) Çocuklar ağaçlara büyük bir saygı gösterdiler. Sevgili anamız, babamız diye yürekten sevgilerini açıkladılar. 0 zaman ağaçlar da dile gelerek oğulları için hayır duada bulundular.
Sonunda bir gün halk toplanarak Boğu Tekin'i Han seçtiler. Çünkü. Boğu, her boy'un dilini, obalarının sayısını biliyordu. Boğu'nun üç kargası vardı ki, her yerde olup biten şeyleri kendisine haber verirlerdi. (Çocukların hâla kargalardan haber sorması bundan ileri gelir.)
Boğu Tekin bir gece rüyasında beyazlar giyinmiş ve elinde beyaz bir âsa tutan ak sakallı bir adam gördü. Bu ihtiyar fıstık şeklinde bir yeşim taşı göstererek (kutlu ışıktan meydana gelen kaya olmalı) "Türkler bu kut dağını ellerinde tuttukça dört bucağa egemen olacaklardır" dedi.
Boğu Han bir gece otağında uyumak için yatağına, girmişti. Birdenbire pencerenin açıldığını, içeriye gökten bir kızın girdiğini gördü. Bu kız meleklerden daha güzel, perilerden daha çekici idi. Boğu Han neye uğradığını anlayamadığından gözlerini kapayarak kendisini uyuyor gibi gösterdi. Kız, sağa döndü sola döndü, genç Hakan'ı uyandırmak için çok çalıştı. Fakat bir türlü uyandıramadı. Sonunda ümidini keserek pencereden çıktı gitti. Ertesi gece kız yine geldi. Genç Hakan yine kendisini derin bir uykuya dalmış gibi gösterdi. Kız, yine bu uykucu hanı uyandıramayarak çekildi gitti.
Sabah olunca, Boğu Han, kızın yine geleceğini düşünerek buna bir çare bulmak üzere işi vezirine açtı. Vezir dedi ki: "Hakanım; Bunda korkacak bir şey yok. Belki hepimizin sevineceğimiz bir hayırlı işaret var. Bu kız, tanrıça olmalı. Gelişi, size kutlu bilgileri öğretmek içindir. Yarın gece yine gelirse artık kendinizi uykuda göstermeyiniz. 0 zaman ne için geldiğini anlarsınız."
Üçüncü gece kız yine geldi. Fakat bu, kez Boğu Han onu saygı ile karşıladı ve ona bir tanrıçaya gösterilmesi gereken saygıyı gösterdi. Bu kız vezir'in düşündüğü gibi, gerçekten bir tanrıça idi. Boğu Han'a yeni din öğretmek için gelmişti…
Gök kızı, Boğu Han'a arkamdan gel, dedi. Genç hakan tanrıçayı izledi. Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda Ak Dağ'a ulaştılar. Orada Boğu Han'a yeni din'in gizli yanlarını anlatmaya başladı. Bundan sonra, her gece gök kızı otağ'a gelir; Boğu Han'ı Ak Dağ'a götürürdü. Bu hal, yüzlerce gece devam etti. Boğu Han yeni din'in bütün sırlarını öğrendi ve bütün dinsel ve büyüsel güçleri elde etti.
Bir gece, artık bu gizli konuşmaların son gecesi idi. Gök kızı, ayrılırken dedi ki : "Yerde, gökte ne varsa hepsini öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim. Yarından itibaren dünyanın dört bucağını fethe başlayınız. Ve gösterdiğim yolda adalet yapınız. Size öğrettiğim gerçekleri her tarafa yayınız!"
Bundan başka bu efsaneyi, gerek Çinlilerin ve gerek İranlıların doğrudan doğruya Türklerden aldıkları meydanda. Birbirinden bu kadar uzak bulunan bu iki millet, bu efsaneyi birbirlerinden alamazlardı (Bu iki kaynağın verilen Köprülü'nün Türk Edebiyatı Tarihi ismindeki eserinin birinci kitabının 71 ye 72 nci sayfalarında yazılıdır.)
Bu efsaneye göre, Dokuz Oğuz'lar önce "Kumançu" adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada "Tugla" ve "Selenga" adlı iki ırmak akarmış. Bir gece aradaki iki ağacın üstüne gökten bir ışık sütunu indi. Ağaçlardan biri "sumu" yani. "huş yahut kayın ağacı, Bouleau", diri "Cihanküşâ"ya göre çam fıstığı, "Kaşgarlı Mahmud'a göre fındık ağacı" idi. Bu ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş erkek çocuk göründü.
Daha çocuklar doğmadan, bu ağaçların çevresinde otuz adım çapında gümüşten bir daire meydana gelmişti. Ağaçlardan müzik sesleri işitiliyordu. (Müziğin din ve büyüsel açıdan bir gücünün olması da bundan ileri gelir.) Gökten inen ışık sütunu orada yeşim'den bir kaya oluşturdu. (Yeşim'in dinsel ve büyüsel gücü de buradan gelir) 0 yöre deki Türkler bu çocukları büyüttüler. İsimlerini "Sungur Tekin, Kutur Tekin, Tukan Tekin, Or Tekin, Boğu Tekin" koydular.
Bunlar on beş yaşına gelince baba ve analarını sordular. Türkler, onları iki ağacın yanına götürdüler. İşte bunlardan biri babanız, diğeri ananızdır dediler. (Huş ağacının baba, çam fıstığı ağacının ana) Çocuklar ağaçlara büyük bir saygı gösterdiler. Sevgili anamız, babamız diye yürekten sevgilerini açıkladılar. 0 zaman ağaçlar da dile gelerek oğulları için hayır duada bulundular.
Sonunda bir gün halk toplanarak Boğu Tekin'i Han seçtiler. Çünkü. Boğu, her boy'un dilini, obalarının sayısını biliyordu. Boğu'nun üç kargası vardı ki, her yerde olup biten şeyleri kendisine haber verirlerdi. (Çocukların hâla kargalardan haber sorması bundan ileri gelir.)
Boğu Tekin bir gece rüyasında beyazlar giyinmiş ve elinde beyaz bir âsa tutan ak sakallı bir adam gördü. Bu ihtiyar fıstık şeklinde bir yeşim taşı göstererek (kutlu ışıktan meydana gelen kaya olmalı) "Türkler bu kut dağını ellerinde tuttukça dört bucağa egemen olacaklardır" dedi.
Boğu Han bir gece otağında uyumak için yatağına, girmişti. Birdenbire pencerenin açıldığını, içeriye gökten bir kızın girdiğini gördü. Bu kız meleklerden daha güzel, perilerden daha çekici idi. Boğu Han neye uğradığını anlayamadığından gözlerini kapayarak kendisini uyuyor gibi gösterdi. Kız, sağa döndü sola döndü, genç Hakan'ı uyandırmak için çok çalıştı. Fakat bir türlü uyandıramadı. Sonunda ümidini keserek pencereden çıktı gitti. Ertesi gece kız yine geldi. Genç Hakan yine kendisini derin bir uykuya dalmış gibi gösterdi. Kız, yine bu uykucu hanı uyandıramayarak çekildi gitti.
Sabah olunca, Boğu Han, kızın yine geleceğini düşünerek buna bir çare bulmak üzere işi vezirine açtı. Vezir dedi ki: "Hakanım; Bunda korkacak bir şey yok. Belki hepimizin sevineceğimiz bir hayırlı işaret var. Bu kız, tanrıça olmalı. Gelişi, size kutlu bilgileri öğretmek içindir. Yarın gece yine gelirse artık kendinizi uykuda göstermeyiniz. 0 zaman ne için geldiğini anlarsınız."
Üçüncü gece kız yine geldi. Fakat bu, kez Boğu Han onu saygı ile karşıladı ve ona bir tanrıçaya gösterilmesi gereken saygıyı gösterdi. Bu kız vezir'in düşündüğü gibi, gerçekten bir tanrıça idi. Boğu Han'a yeni din öğretmek için gelmişti…
Gök kızı, Boğu Han'a arkamdan gel, dedi. Genç hakan tanrıçayı izledi. Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda Ak Dağ'a ulaştılar. Orada Boğu Han'a yeni din'in gizli yanlarını anlatmaya başladı. Bundan sonra, her gece gök kızı otağ'a gelir; Boğu Han'ı Ak Dağ'a götürürdü. Bu hal, yüzlerce gece devam etti. Boğu Han yeni din'in bütün sırlarını öğrendi ve bütün dinsel ve büyüsel güçleri elde etti.
Bir gece, artık bu gizli konuşmaların son gecesi idi. Gök kızı, ayrılırken dedi ki : "Yerde, gökte ne varsa hepsini öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim. Yarından itibaren dünyanın dört bucağını fethe başlayınız. Ve gösterdiğim yolda adalet yapınız. Size öğrettiğim gerçekleri her tarafa yayınız!"