Çanakkale Savaşları

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Osmanlı İmparatorluğu zamanında dış devletlerin imparatorluğun son dönemlerinde Anadolu topraklarını ve İstanbul'u alma girişimleri için başlayan büyük savaşlardan biridir. Bu paylaşımımızda savaş öncesinden sonucuna kadar olan süreyi ele alacağız

  • Savaş öncesi,
  • Deniz harekâtı,
  • Kara harekâtı,
  • Hava harekâtı,
  • Savaşın sonuçları
olarak cevap bölümlerinden okuyabilir, derslerinizde faydalanabilirsiniz.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Savaş Öncesi

Savaş Öncesi

Koşullar
Uzlaşma Devletleri Çanakkale'ye denizden saldırıya girişecekleri sırada Osmanlı İmparatorluğu'nun durumu onlar açısından böyle bir saldırı için elverişli görüntüdeydi. Osmanlıların Sarıkamış üzerine yaptıkları büyük saldırı bozgunla sonuçlanmıştı. Mısır'ı İngilizlerden kurtarmak amacıyla giriştikleri kanal hareketleri umulanı getirmemişti. Bu arada Balkan devletlerinden Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan’la Dünya Savaşı'nın başlamasından beri bir antlaşmaya varılması için sürüp gelen siyasal görüşmelerden de olumlu bir sonuç alınamamıştı. Bulgarların çekingen davranışı Almanya ile Türkiye arasında direkt bir bağlantının kurulmasını engellediğinden, Osmanlı ordusunun yoksun bulunduğu modern savaş gereçleri ile donatılması da gecikmekteydi.

Bu durum Uzlaşma Devletleri'nin Osmanlılara karşı bir saldırıya geçmelerine elverişli gibi görünmekteydi. Ne var ki, aralarında bu maksatla hazırlanmış ortak bir hareket alanları yoktu. Savaş sonucunun batı cephesinde ve kısa bir zamanda alınacağına inanılmaktaydı. Üstelik İngiltere'nin büyük bir kara ordusu kurmak için giriştiği hazırlıklar da tamamlanmış değildi. Çanakkale üzerine bir saldırı için ilgililer arasında kesin bir antlaşmaya henüz varılamamıştı.

Çanakkale’ye Saldırı Fikri

Çanakkale'ye saldırı fikrinin bir Rus sorunu ile bir olup-bitti olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Sarıkamış saldırısının Osmanlıların çıkarına geliştiği bir sırada Rus Orduları Başkomutanı Grandük Nicolas, İngiliz Harbiye Nazırı Kitchner'dan Osmanlı kuvvetlerinden bir kısmının Kafkas Cephesi'nden uzaklaştırılmasını sağlayacak bir kara veya deniz gösterisinin yapılmasının mümkün olup olmadığını sormuştur (Aralık sonları 1914). Grandük böyle bir gösteri için Çanakkale'den söz etmemişti. Grandük'ün sorusu Londra'ya ulaştığı sırada, Çanakkale seferi düşüncesi çoktan doğmuş bulunuyordu. Tartışılan yanı, yapılacak seferin yalnız savaş gemileriyle mi, yoksa aynı zamanda bunların kara kuvvetleri tarafından desteklenmesi suretiyle mi yapılacağıydı. 1807'de İngiltere'nin Akdeniz filosu Amiral Dük Worthe'un komutasında Çanakkale Boğazı'nı geçip, İstanbul önlerine gelmeye muvaffak olmuştu. Ne var ki, bir kara kuvveti tarafından desteklenmediği için Osmanlı İmparatorluğu'nu barışa zorlamaktan ibaret olan amacını gerçekleştiremeden dönmüştü. 1908'de İngiltere İmparatorluğu Ulusal Savunma Konseyi, Boğazların yalnız savaş gemileriyle aşılması konusunu etüd etmiş ve XIX. yüzyıl başlarında Lord Nelson'un bu konuda öne sürmüş olduğu bir fikre saplanıp kalmıştı. Nelson, "Bir kara kuvveti tarafından desteklenmeden istihkamlara saldıran gemici delidir" demişti. Fakat Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada İngiltere'de Nelson'un düşüncesini paylaşmayan bir insan yetişmiş bulunuyordu: Churchill.

Churchill ve Çanakkale

Churchill'in düşüncesini Dünya Savaşı'ndan bir kaç yıl önce Londra’yı ziyaret etmiş ve onunla görüşmüş olan Enver Paşa şöyle anlatmaktadır: "Londra'da bulunduğum sırada Churchill ile bir dünya savaşı çıkması durumunu tartıştım. Böyle bir savaşta Türkiye'nin ne yapacağını bana sordu. Ve arkasından da şunu dedi: Eğer Türkiye Almanya tarafını tutarsa İngiliz filosu Çanakkale Boğazı'nı zorlayıp geçecek ve İstanbul'u alacaktır"

Churchill’in Çanakkale seferi ile ilgili çalışmaları İngiltere'nin Osmanlı Imparatorluğu'na savaş açmasından önce başlar. Churchill 1 Eylül 1914'te İngiliz filosunun Çanakkale'yi zorlamasına ve Yunanistan'ın Gelibolu'ya asker çıkarması esasına dayanan bir tasarı hazırlar. Fakat Bulgarlardan kuşkulanan Yunanistan, tarafsızlığından ayrılıp İngiltere'ye yanaşmadığı için bu tasarı suya düşer. İngiltere'nin Osmanlı Imparatorluğu'na savaş açmasından sonra Churchill, 25 Kasım'da Mısır'ın en etkili biçimde savunulmasının Gelibolu'ya saldırmakla mümkün olduğu yolundaki düşüncesini savaş komitesine de açıklar. Düşüncesi, böyle bir girişim çok kuvvete ihtiyaç göstereceği için iltifat görmez.

Yukarıda sözü edilen Rus orduları Başkomutanının Osmanlı İmparatorluğu'nun herhangi bir yerinde bir gösteri yapılması isteğinin Londra'ya varması üzerine (31 Aralık) Churchill'in Baş-vekil'e sunduğu bir raporda "Savaşın duyurulmasından beri Gelibolu'ya saldırılmasını istemekte idim"461 demektedir. Bu kez Lloyd George ile Savaş Komitesi Genel Sekreteri Hanway, Harbiye Nazırı Kitchner ve Lord Fisher de Churchill'in fikrine katılmışlardır. şu şartla ki kara kuvvetleri sağlanamadığı takdirde Çanakkale Boğazı sadece savaş gemileriyle zorlanacaktır. Bu suretle Rusya'nın "gösteri" isteği de yerine getirilmiş olacaktır.

3 Ocak'ta Churchill, Çanakkale'yi abluka altında bulunduran Amiral Garden'den Boğazın yalnız denizden zorlanmasını mümkün görüp görmediğini sorar. Sorusuna bu iş için eski savaş gemilerinin kullanılacağını ve sağlanacak sonuçların, uğranılacak kayıpları haklı göstereceğini de ekler. 5 Ocak'ta Amiral Garden'in cevabı gelir: Bir baskınla Çanakkale Boğazı'nın zorlanabileceğini sanmadığını fakat esaslı bir plana dayandırılarak sayısı kabarık gemilerle bunun yapılabileceğini bildirir. Bu cevap savaş komitesi üyelerini tatmin eder. Bu suretle Churchill'in Çanakkale seferi ile ilgili ilk hazırlıkları başarı ile sonuçlanır. Bundan sonra 20 Ocak'a kadar sürecek bir zaman içinde sefer planı hazırlıklarına geçilir. Bu sırada sefere Fransa'nın da katılması sağlanır. Rusya aşağıda görülebileceği gibi esnek bir durum alır.

Garden’in Planı

Çanakkale'yi geçme planı Amiral Garden tarafından hazırlanmış ve 13 Ocak'ta Savaş Konseyi tarafından onaylanmıştı. Plan önemli deniz kuvvetlerinin kullanılmasını öngörmekteydi. 12 zırhlı, 3 savaş kruvazörü, 3 hafif kruvazör, 12 destroyer, 6 deniz uçağı, 12 torpil tarayıcı gemisi ve daha birçok başka çeşit gemiler.

Plana göre ilkin Boğaz'ın girişini savunan dış bataryalar uzun mesafeden bir ateşle tahrik edilecekti. Dış bataryaların ikisi Boğazın Anadolu yakasında bulunan Orhaniye ile Kumkale'den, diğer ikisi de Rumeli yakasındaki Ertuğrul ile Seddülbahir'den ibaretti. Boğazın bunlar arasındaki genişliği 4 kilometre kadardı. Bundan sonra Boğaza girilerek Anadolu yakasında Kepez, Rumeli Kilitbahir'e kadar olan ve merkez savunma sistemi denilen tahkimatla bataryalar bombardıman edilerek tahrip edilecekti. Bu iş de son bulunca, Çanakkale ile Nağra arasındaki savunma sisteminin son kısmı ateş altına alınarak zararsız duruma getirilecek ve Marmara'ya girilerek istanbul yolu tutulacaktı. Bu bombardıman aşamalarından her birinde savaş gemileri yol almaya başlamadan önce torpil tarlaları ayıklanmış olacaktı. Planın yürütülmesi için 15 şubat saptanmış, başarı ümitleri de havaların iyi gitmesine; yol, cephane sağlanmasına ve Türklerin savunmada göstereceği yılgınlığa bağlanmıştı.

Savunma Sisteminin Değeri

Burada Türklerin moral gücünden söz edilmesi, İngilizlerin Çanakkale savunma sisteminde Türk toplarının yetersiz olduğunu bildiklerinden ve torpil tarlalarının da kolaylıkla ayıklanacağını hesaba katmalarından ileri geliyordu. Gerçekten de çok üstün donanma topçusunun yoğun ateşlerine karşı dış bataryaların Boğazı kapatabileceğine güvenilemezdi. Burada en uzun çapta dört adet top bulunuyordu. Bunlardan ikisi Ertuğrul, diğer ikisi de Orhaniye Tabyası'na konulmuştu. Kumkale ile Seddülbahir'deki topların değeriyse daha aşağıydı ve düşman donanmasının uzun menzilli topları ile savaşmak kudretinden yoksundu. Merkez savunma sistemindeki tabyalarda top sayısı fazla olmakla beraber en uzun menzilli top, 16.900 metreye ateş edebilmekteydi. Düşman topçusunun gücü hakkında bir Örnek vermek için İngiliz filolarının en kudretlisi olan Queen Elizabeth'in bir bordosundaki toplarla bir anda yaptığı atışta mermi ağırlığının 7442 kilograma ulaştığını, buna karşılık Türk tabyaları içinde oldukça işe yarayan Hamidiye'nin bordosundaki topların hepsinin aynı anda ateş edebildiklerinde mermi ağırlığının 800 kilogramı geçmeyeceğine işaret etmek yeterli görülebilir. Kaldıki bunlar, yabancı fabrikalarından satın alınmış olan eski sistem toplardı. Araç ve gereçleri yetersiz, mermileri azdı. Top gücü bakımından bu yetersizliği gidermek için Türk Başkumandanlığı Boğazın savunma sisteminde mayından faydalanmaya büyük önem vermiştir. Bundan ötürü mayın hatları kurulmuştu. Bunların bir kısmı sabitti. Ana mayın hatları, Çanakkale Boğazı'ın 1,5 kilometre genişliğinde bulunan en dar yerini korumak maksadıyla Soğanlıdere-Dardonos önünden başlatılmıştı. 9 mayın hattı meydana getirilmişti. Kıyılarda da bu hatları koruyacak gizli obüs bataryaları yuvalanmış bulunuyordu.

Enver Paşa ve Savunma Sistemi

Enver Paşa yalnız denizden yapılacak bir saldırı ile Çanakkale'nin geçilmesinin olanaksızlığını görmekteydi. Bu nedenle İstanbul'da halk arasında dedikoduların uyandırmış olduğu korku, kuşku ve telaşı da anlamıyordu. Ona göre, düşman büyük istihkamlar uzaktan ateş hattına alabilir, tahrip de edebilirdi. Fakat mayın tarlalarım savunan bataryaları tahrip etmek için bataryaların üzerine kadar gelmesi gerekliydi. Gelecek olan gemiler ufaksa, kolaylıkla batırılabilinirdi. Büyük savaş gemileri ise batmak korkusundan oraya kadar yaklaşamayacaklardı. şayet düşman donanması mayın tarlalarını geçip Çanakkale şehri önünde Boğazı kıvrılarak Nağra'ya dönüp, Marmara'ya geçmeye girişirse karşısında bizim donanmamızı bulacaktı. Bizim donanmamız ufak olduğu halde büyük top cihetiyle düşmanın teker teker geçmeye mecbur olan gemilerine karşı üstündü. Düşman gemileri bu dönüş esnasında bizim gemilerimize karşı ancak 2 topla ateş edebileceği halde 5 kilometreden fazla olmayan etki menzili içinde bizim en aşağı 30 topumuz, onları karşılayabilecekti. Bu durumda en büyük dretnotlar bile batırılacaktı.

Çanakkale Deniz Seferinden Beklenenler

Enver Paşa'nın Çanakkale Boğazı'nın deniz kuvvetleriyle zorlanamayacağı hususundaki düşünçeleri, Birinci Dünya Savaşı başlarında İngiltere'de de aşağı yukarı kabul edilmişti. Fakat Churchilll'in ilkin Mısır'ın savunulması için ortaya atılan bu fikri zamanla kök tutmuş ve bunun eyleme konulup başarılmasıyla şu önemli istifadelerin sağlanabileceği İngilizlerce hayal edilmeye başlanmıştı:

İstanbul'un Ruslar tarafından ele geçirilmesi önlenerek İngiliz hakimiyetine geçecektir. Bu durumda Osmanlı Devleti toprakları ve ordusu ikiye bölünmüş olacağından barış yapmak zorunda kalacaktı. Buna yanaşmadığı takdirde de kısa zamanda savaş dışı bırakılacağına şüphe yoktu. Bu durumda Rusya ile batılı dost devletler arasında bağlantı sağlanacak, karşılıklı ekonomsal ve savaşsal yardımlaşma sağlanacaktı. Bütün bunlardan başka Dünya Savaşı'nın başlangıcından beri tarafsızlıkları ile sallantıda bulunan Bulgaristan ve Romanya, İngiltere ile Fransa'nın yanında savaşa gireceklerdi. Girince de Almanya ile Avusturya'nın etrafındaki çember tamamlanmış ve kuvvetlenmiş olacaktı. Sözün kısası "can boğazdan gelir" atasözüne uygun olarak Dünya Savaşı'nı bitirme yolu, Çanakkale Boğazı'ndan geçmekteydi.

* Kaynak:

Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Ord. Prof. Enver Ziya Karal, 429-518 ss.
Çanakkale 1915 CD-ROM
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Deniz Harekâtı

Deniz Harekâtı

Savaşın Başlaması

Yukarıda sözü geçen Garden planının eylemine 19 şubat saat 10'da başlandı. Saldırı amacı ilkin boğazın girişini koruyan Anadolu yakasındaki Kumkale ile Orhaniye'de, Rumeli yakasında Ertuğrul ile Seddülbahir'deki tabyaları yok etmekti. İkisi Fransız, dördü İngiliz olmak üzere altı zırhlı bu işi başarmak için görevlendirilmişti. Bu gemiler 12.000 ile 10.000 metreden bataryalar üzerine ateşe başladılar. Türk bataryaları menzillerinin kısalığından susmak zorunda kaldılar. Saat 12'den sonra zırhlılar kıyılara yaklaşarak 7000 metreden ateş etmeye koyuldular. Bataryalardan yine cevap yok. Bunun üzerine gemiler biraz daha yaklaşarak 5000 metreden ateş etmeye başlayınca bataryalar da karşıt ateşe geçtiler. Ateş şiddetliydi. İki gemi isabet aldı. Amiral Garden saat 17,30 da geri çekilme emri verdi. Dış bataryaları bir günde tahrip etmek ümidi bu suretle suya düşmüş oluyordu. Ertesi gün başlayan fena hava şartları saldırıyı 25 şubat'a kadar geciktirdi.

Bombardımana Devam

25 şubat'ta dış bataryalar üzerine yarıda kalmış olan saldırıya tekrar başlandı. Bu kez saldırıya 12 savaş gemisi katıldı. Bataryalar top menzillerinin elverişsizliği alanına giren gemilere güçlü bir karşılık verdiler, ikisine önemli isabetler kaydetmeye muvaffak oldular. Ne var ki, bu yüzer kaleleri yürüyüşlerinden alıkoyacak olanaklara sahip bulunmuyorlardı. 25 şubat'tan beri artık susmak zorunda bırakılmışlardı. Düşman başarısının sonuçlarını anlamak için tabyalara deniz erleri çıkarmış ve henüz kullanılabilecek gibi görünen bir iki topu tahrip ettirmişlerdi. Dış bataryaların susturulması işi bu suretle sona ermiş bulunuyordu.

26 şubat'ı izleyen günlerde ve havanın elverişliliği ölçüsünde saldırı planının ikinci ve üçüncü bölümlerine yani iç bataryaların tahrip edilmesine girişildi. Amaç, Dardanos ve Erenköy tabyalarım savaş dışı etmek için Boğazın içine girmekti. Savaş gemileri ateş ederken mayın tarama gemileri de kendilerine yol açacaktı. Planın bu bölümünün eylemini sağlamada hesapta olmayan engellerle karşılaşıldı. Kıyılarda yerleştirilmiş gizli ve hareketli sahra bataryalarıyla Dardanos Tabyası'nın topçuları yapılacak işi güçleştiriyorlardı. Devamlı olarak yer değiştiren mayın tarama gemilerine nefes aldırmıyorlardı. Zırhlılara isabetler oluyordu. Sahra bataryaları düşmanın moralini bozuyordu. Böyle olduğu halde düşman sistemli bir şekilde Boğazı tırmanmada direniyordu. Kaydedilen başarılar umulanlara yaklaşık olmadığı halde Amiral Garden, 2 Mart'ta Churchill'e çektiği bir telgrafta Mart ortalarında İstanbul'a ulaşacağı ümidinde olduğunu bildiriyordu. Churchill yardımcılarından bazıları bu ümide katılmıyorlardı. Amiral Jackson hâlâ kara ordusu tarafından desteklenmeden filonun girişiminde başarı olanağı göremiyordu. 11 Mart'ta Churchill, Garden'in bu konudaki düşüncesini bir kez daha sordu. Gelen cevap filonun Marmara'ya girmesi üzerine, geri güvenliğinin korunması için kara kuvvetlerine kesin olarak ihtiyaç bulunduğu merkezindeydi. Fakat ortada hemen gönderilecek kara kuvveti de bulunmadığı gibi Gelibolu'ya bir çıkartma planı da hazırlanmamıştı. Hemen kara kuvvetinin tedarikine girişildi. Bu kuvvete General Hamilton komutan atandı ve Çanakkale'ye gönderildi. Amiral Garden'in ordusuz bir komutana ihtiyacı yoktu. Edindiği bilgilere göre Türklere Almanya'dan mühimmat gönderilmesi ihtimali de vardı. Bu arada Alman ve Avusturya denizaltıları işe karışabilirdi. Buna vakit bırakmamak gerekti. Kaldı ki planın iç bataryaların susturulması ile mayınların toplanmasından ibaret olan ikinci kısmının tamamlanmış olduğuna dair de kanaati vardı. 15 Mart'ta son saldırı için kararını verdi. Saldırı 17 ve 18 Mart'ta yapılacak yani Boğaz geçilecek, "Ver elini İstanbul!" denilecekti. Ne var ki, vermiş olduğu karardan bir gün sonra Garden yorgunluktan, sinirden ve uykusuzluktan güçsüz düşmüştü. Doktorunun tavsiyesi İstanbul'dan vazgeçerek Londra'ya dönmesi merkezindeydi. Bu suretle Amiral hazırlamış olduğu planın trajedi ile sonuçlanacak son perdesini görmekten kurtulacaktı. 17 Mart'ta yerine Kurmay Başkanlığı yapmakta olan Vis Amiral de Roebeck atandı.

İstanbul’un Savunma Tedbirleri

Üçlü Uzlaşma Devletleri savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı'nı geçme girişiminin Osmanlı Genelkurmayı’nı kuşkuya düşürmesi normaldi. Kaldı ki bu girişime paralel olarak Kuşlarında Karadeniz Boğazı'na bir saldırıda bulunmaları olasılığı da büsbütün ortadan kalkmış değildi. Bu durum göz önünde tutularak Boğazların ve İstanbul'un savunulması için şu askersel tedbirlerin alınması gerekli görülmüştü: Çanakkale Boğazı ile İstanbul doğrultusunu savunmak görevi Liman von Sanders komutasında bulunan I. Ordu'ya verilmişti. Bu ordudan 3. Kolordu Gelibolu Yarımadası'na, 15. Kolordu Çanakkale'nin Anadolu kıyılarına, 6. Kolordu da Yeşilköy bölgesine yerleştirilmişti. Karadeniz Boğazı'nın savunması ile Vehip Paşa'nın komutasında bulunan 2. Ordu'ya verilmiş bulunuyordu. Boğazların savunması ile görevli kuvvetlerin tümü, 200.000 kadardı.

İstanbul Halkının Durumu

Ocak ayından bu yana uzlaşmacı devletler donanmalarının Çanakkale yi geçmeye hazırlandıkları İstanbul'da öğrenilmişti. Sıkı yönetim ve sansürün varlığı nedeniyle devamlı bombardımanlarla sonuçlarının ayrıntıları bilinmemekteydi. Aynı nedenlerle yukarıda sözü edilen savunma tedbirleride halkın bilgisi dışındaydı. şu da var ki, halkın ayrıntılı bilgilere ihtiyacı yoktu. Durumun görüntüsünden kuşkuluydu. Kafkasya savaşının yenilgileri, Kanal üzerine yapılan saldırıların başarısızlıkla sonuçlandığı haberleri artık saklanamaz olmuştu. Düşmanların Çanakkale Boğazı'nı geçmeleri gerçekleştiği takdirde Bulgarların ve onları izleyerek, Yunanlılar ile Romanyalıların Osmanlılara karşı savaşa girecekleri kestiriliyordu, İngilizlerin Dicle ve Fırat bölgesine doğru yürüyecekleri söylentileri de dolaşmaktaydı.

Halkı yıldıran bir etkende savaşın yıkıcı etkisinin ağırlığının duyulmaya başlanmasıydı. Osmanlı ordusunda sağlık olgusunun önemsenmemesinin kural geçerliliğini kazanması yüzünden, tifüs ve dizanteri gibi hastalıklarda düşman kurşunlarından daha öldürücü bir güç kazanmışlardı. Boğazların kapalılığı İstanbul'un her çeşit ihtiyaçlarının karşılanmasını güçleştirdiği için kıtlık ve açlık başlamıştı. Hükümetin bu gibi durumlarda ticaret mallarına el koymasıda mal darlığına yol açan ayrı bir sorun olmuştu. Bu durumda halk genel olarak uzlaşma devletleri donanmalarının Boğazı geçip İstanbul önlerine gelebileceği kanısındaydı.

Başkentin Eskişehir’e Göç Etmesi

Bu kanıya hükümetin sorumlu kişileri de özellikle şubat ayından sonra katılmaya başladılar. Enver Paşa'nın dışında kalanlar Çanakkale'nin düşman filolarının gün geçtikçe gücünü artıran bombardımanına karşı direnecek düzeyde olmadığını kabul etmekteydiler. Mebuslar Meclisi Başkanı Halil (Menteşe) Bey de 1 Mart tarihli demecinde, düşman zırhlılarının Boğazı geçebilecekleri olanağını kabul ediyordu. Böyle bir olanağın gerçekleşmesi İstanbul' un savunmasını güçleştireceğinden hükümetçe birtakım tedbirler alınmasını gerektirdi. Alınan tedbirler arasında İstanbul Valiliği emrine özel bir ödenek ayrılması, bir İngiliz kumpanyasına ait olan telefon şirketine el konulması, telefon yönetimini sağlamak üzere yabancı telefon memurlarının yerini alacak 2000 telefoncunun dost Macaristan'dan getirilmesi, Padişah'ı, beraberindekileri ve Hassa Hazinesi'ni kor diplomatik üyeleriyle Eskişehir'e götürmek üzere trenler hazırlatılması gibi tedbirler göze çarpmaktaydı.

İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin İstanbul önlerine gelmeleri, başkentin Eskişehir'e taşınması olasılıkları, İstanbul'daki elçiler arasında da heyecan yaratmaktan uzak kalmamıştı. Amerikan Elçisi H. Morgenthau hatıratında söz konusu gemilerin Boğazı geçerek İstanbul önlerine gelebileceklerine kordiplomatik üyelerinin kesin olarak inandıklarını yazmaktadır. Hatta Alman Elçisi'nin eşyalarından bir bölümünün, İran Elçisi'nin de arşivinin Amerikan Elçiliği'nde korunması için kendisine başvurduklarım da anlatmaktadır. Amerikan Elçisi bundan başka Türklerin İstanbul'u düşmanlarına bırakmaktansa taş taş üstünde bırakmayacak biçimde yakıp yıkmaya kararlı olduklarını, Hıris-tiyanları katliama uğratacaklarını yazdıktan birkaç sahife sonra, yazdıklarına kendisi de inanmamış olmalı ki, şunları eklemiştir: "şu da var ki, İstanbul'un büyük çoğunluğu memleketi yöneten siyasal gangısterlerin kontrolünden kurtaracak olan uzlaşmacı devletler filolarının saldırısının başarısı için belki de dua ediyordu".

İstanbul, yerlisi yabancısı ile bu korkulu rüyayı yaşarken uzlaşma devletleri filoları Çanakkale Boğazı'nı geçmek için son şanslarını denemeye karar verdiler.

18 Mart Saldırısı

Saldırının yüksek komutası de Robeck'e verilmişti. De Robeck bir gün önce görevinden çekilmiş olan Amiral Garden'in planını uygulayacaktı.

Plan sade idi:

Amaç Boğazın iki kıyısındaki bataryaların susturulması, torpillerin ayıklanması, bu suretle açılacak yoldan filonun Boğazı geçmesine olanak sağlanmasından ibaretti. De Robeck bu planı başarıyla gerçekleştirmek için savaş gemilerini üç kümede savaş düzenine getirmiş bulunuyordu.

Birinci kümede Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve İnflexible bulunuyordu. Bunlar, güneye doğru sıralanmışlardı. Bu üç savaş gemisinin sahra bataryalarına karşı güvenlikleri kuzey kanatta Prince George ve güney kanatta Triumph tarafından sağlanacaktı.

İkinci küme Amiral Guepratte komutasında şu dört Fransız zırhlısından kurulmuştu: Suffren, Bouvet, Goulois ve Charlemag-ne. ilk ikisini Boğazın Anadolu kıyılarını, diğer ikisi de Rumeli kıyılarını döveceklerdi.

Üçüncü küme, Irresistable, Albian, Vengeance, Swiftsure ve Magestic yedekte bırakılmışlardı. Üçüncü küme gemiler sırası gelince ikinci kümenin yerini alacaklardı. Son olarak Cormvallis, Canapus, Dorthmouth ve Dublin kurvazörleri geliyordu. Bunlardan ilk ikisinin görevi mayın taramak, diğer ikisinin de aşırma atış yapmak suretiyle sahra bataryalarını arkadan vurmaktı.

canakkale1.jpg


Dünyada topraklarında güneşin batmadığı iki büyük imparatorluğun meydana getirdiği bu kudretli ve haşmetli savaş gücüne insan gücü ile karşı gelinemeyeceği konusunda İngiliz ve Fransız denizcilerinde genel bir kanı doğmuştu. 18 Mart saat 10:58'de yukarıda işaret edilen savaş düzenini almış olan armada da ilk bombardıman için şu surette görev bölümü yapılmıştı:

Queen Elizabeth, Anadolu yakasında bulunan Hamidiye I ve Çimenlik tabyalarını, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible ise Boğazın Rumeli yakasındaki Yıldız, Mecidiye, Hamidiye II ve Namazgah tabyalarını ateş altına alacaklardı467. Düşman armadası büyük saldırışa geçeceği sırada Türk bölgesi savunma karargahında durum şöyleydi: Karargah Komutanı Albay Cevat, 18 Mart, tan önce Bozcaada'da düşman savaş gemilerinin toplanmakta olduğunu haber almıştı. 18 Mart sabahı da bir araştırıcı uçağımız Bozcaada'da büyük bir kaynaşma olduğunun haberini getirmişti. Ne var ki, komutanlık bu haberleri büyük bir saldırının ilk işaretleri olarak kabul etmedi. O kadar etmedi ki, Komutan Albay Cevat, 18 Mart sabahı karargahtan ayrılıp Kirte'deki birlikleri teftişe gitmiş ve ancak 16:30'da karargaha dönebilmişti. Bu nedenle savaşı Kurmay Binbaşı Selahattin Adil (Paşa) yönetmişti. Savaş sırasında yanında bulunmuş olan yardımcıları Kurmay Kolağası Osman Zati ile Yüzbaşı Hamdi'dir468. Bu kısa açıklama da göstermektedir ki, 18 Mart saldırısı bir baskın biçiminde başlamıştır. Bununla beraber Türk savunucuları ne armadanın kudret ve haşmetinden ne de baskınla başlayan saldırıdan kuşkulanmamışlardı. Savaşın başlayacağı sırada Bölge Savunma Karargahı'nda konuk olarak bulunan Sedat (Paşa) duygularını şöyle anlatmaktadır:

canakkale2.jpg


"Hepimizde bir heyecan vardı. Görevden sorumlu olanlarla benim gibi rastlantı olarak bu deniz savaşını görmek için fırsat bulanlar için bu heyecan kuşku yok ki farklıdır. Duygularım şöyleydi: Sanki çok sevinçli ve önceden müjdelenmiş bir sonucu beklerken duyulan heyecanları yaşadım".

Saldırı

Yukarıda işaret edilen birinci küme ile kendilerine hedef olarak gösterilmiş olan tabyaları arasında düello saat 11:15'de başlıyor. Queen Elizabeth, ağır toplarıyla uzak mesafeden ilkin Çimenlik'e sonra Çanakkale şehrine, daha sonra da Hamidiye Tabyası'na ateş ediyor. Çimenlik'e iki isabet oluyor. Çanakkale'de yangın çıkıyor. Hamidiye'de yıkıntı meydana geliyor.

Saat 11:35'te Lord Nelson, Rumeli yakasındaki Hamidiye II Tabyası'na; Prince George ve Triumph, Mesudiye, Yıldız ve Dardonos tabyalarına ateş açıyorlar. Fakat zırhlıların büyük şikayeti bu tabyalardan olmaktan çok, görünmeyen ve göründüğü anda hızla yer değiştiren sahra bataryalarındandı.

canakkale3.jpg


12:30'da Amiral de Robeck Fransız gemilerinden kurulmuş olan ikinci küme gemilerine kıyılara yaklaşarak, yakın mesafeden bombardımanı sürdürmeleri emrini veriyor. Bunlar Erenköy hizasında duran İngiliz gemileri arasından geçerek kıyıya 400 metre kadar yaklaşıyorlar. Bütün ağır toplarıyla Rumeli yakasında Kilitbahir ile Mesudiye tabyaları, Anadolu yakasında da Dardanos ile Beyaztepe mevkilerini ateşe tutuyorlar. Büyük Armada Boğazın en dar yeri olan Kilitbahir ile Çanakkale arasına yönelmişti. Buraya gelmeden önce birkaç gemi feda edileceği de hesaba katılmıştı. Bu kayıpları karşılıksız olmayacaktı. Boğaz geçilip İstanbul alınmakla, Türkiye ile müttefiklerinin bağlantısı kesilecekti, çember içine alınan Avusturya ile Almanya da pes demek zorunda kalacaklardı. Sözün kısası savaşın sonu muhteşem armadanın birkaç kilometre daha ilerlemesine bağlı kalmıştı. Tarihsel Fransız cesareti ile İngiliz soğukkanlılığı Türk'ün alçak gönüllü kahramanlığı karşısında bu daracık yerde bir sınav verecekti. Deniz savaşının en bunalımlı anı iki taraf için de gelip çatmıştı. Dünya bu olaya kadar Türkleri fetihler savaşlarında tanımıştı. Yurt savunmasında ise güçlerinin neye yettiğini ilk kez hecelemeye başlayacaklardı.

Tabiat Türklerle beraberdi. Güneş, yüzen çelik kalelere hedeflerini göstermemek için gemi bacalarından ve top ateşlerinden meydana gelen duman perdesi arkasına çekilmişti. Kıyılar boyunca sıralanmış olan obüs bataryalarını düşman gözünden saklıyordu. Türk Savunma Komutanlığı düşman zırhlılarının merkez bataryalarına 14 kilometre kadar yaklaşması üzerine bu bataryalar tarafından da ateş emri verildi. Türklerin ağır toplarıyla obüslerinin ateşi düşman üzerine şaşırtıcı bir etki yapmaktaydı. Kaptan köprüsünden isabet alan Inflexible'de yangın çıkmıştı. Alevlerin yaralıların bulunduğu yere ulaşması olasılığı baş gösterince gemiye geri dönme emri verildi. Bouvet'de de almış olduğu isabetten dolayı yangın başlamıştı. Geminin toplarının yarısı kullanılmaz duruma gelmişti. Bir çeyrek saatte 14 isabet alan Suffren hemen hemen savaş dışı edilmişti. Ne var ki, bu arada da Çanakkale'de başlamış olan yangın genişlemiş, Dardanos, Namazgah ve Hamidiye bataryaları, Fransız gemilerinin ateşi karşısında susmuştu. Deniz ile kara arasındaki büyük düelloda taraflar ağır yaralar almışlardı. Fakat henüz yere düşen yoktu.

canakkale4.jpg


Fransız gemilerinin yıprandığını gören de Robeck geri dönmelerini ve üçüncü küme gemileri ile yedeklere onların yerini almaları emrini veriyor. Saat 13:34. Ne varki, Boğazdan çıkmak girmek kadar kolay değildi. Bouvet dönüş manevrası yaparken bir mayına çarparak bir buçuk dakikada 700 kadar mevcudu ile sulara gömülüyor. 5 subayla 51 er ancak kurtarılıyor. Bu kurtarma işine girişmiş olan Gaulois zırhlısıda iki ağır top mermisi ile yaralanıp su almaya başlayınca diğer iki Fransız gemisinin yardımı ile savaş yerini terk ediyor. Fransızlar, tümden yok olmamak için savaş yerinden çekilmek zorundadır. Ve şimdi Türklerle İngilizler karşı karşıya geliyorlar.

Bouvet'in batması Galois'in yaralanması ve tüm Fransız gemilerinin geri çekilmesi Türklerin moralini yükseltiyor. Saat ikiden sonra savaş 6 İngiliz zırhlısı ile bataryalar arasında tekrar başlıyor. Bir aralık Dardanos Bataryasının susması Türk Komuta Karargahı'nda kuşku yaratıyor. Bu suskunluğun Batarya Komutanı Hasan ve gözetleme subayı Mersuf efendilerin şehit olmaları nedeniyle olduğunun anlaşılmasıyla alınan tedbirler sayesinde Dardanos 10 dakika sonra yeniden ateşe başlıyor.

15:15'te Irresistable zırhlısı Beyaz Tepe hizasında bir torpilo çarparak yan yatmaya başlıyor. Makinaları su ile boğulmuştur. Hareket edemiyor. Ocean zırıhlısı imdadına koşuyor. Onu geriye çekmek istiyor. Fakat akıntı iki gemiyi Anadolu kıyısına doğru sürüklüyor. Ocean da Bouvet'in batmakta olduğu yerde bir mayına çarpıyor, iki yaralı gemi Türk topçusunun ateşi altında. Gemiler boşaltılarak kendi hallerine bırakılıyor. Bu gemiler Çanakkale Savaşı'nın son kılavuzları oluyor. Amiral de Robeck saat 17'de muhteşem armadadan geri kalan zırhlılara dönüş emrini veriyor. Çanakkale maçının denizde oynayan ilk yarısı Ingiliz-Fransız karmasının yenilgisi ve Türklerin yenmesi ile son buluyor. Muhteşem armada kalıntısının geri çekilişini kıyıda izleyen Mehmetçikler heyecandan ortaya fırlayıp "yuha! yuha!" diye bağırıyorlardı.

İki Tarafın Kaybı

18 Mart'ta Boğazı geçmek için 12 büyük zırhlı savaşa katılmıştı. Diğer gemilerden her biri de az çok isabet almıştı. Osmanlı kaybına gelince: Bataryalardan hepsi isabet almıştı. Boğazın girişindekiler susturulmuştu. İç bataryalardan da çok veya az yaralananlar olmuştu. 176 toptan 8'i kullanılamayacak duruma gelmişti, insan kaybı 40 ölü ve 74 yaralıdan ibaretti. Yaralılarıma 18'i Alman'dı.

İki tarafında sahip bulundukları savaş güçlerine göre kayıplar önemli sayılamazdı, İngiliz ve Fransız İmparatorlukları engin servet kaynaklarına sahiptiler. Batan ve yaralanan gemilerinin yerlerine kolaylıkla başkalarını koyabilirlerdi. Ne var ki, bu iki devletin moral kayıpları hiçbir suretle giderilemeyecek kadar ağırdı. Aşağıdaki satırlar bu moral çöküntünün üzerine yeterince fikir verecek niteliktedir:

"Türklerin Avrupa'daki günlerinin sayılı olduğu herkesçe bilinmekteydi. Ne var ki, bu işin pek güçlükle vukuua geleceğini ve Türklerin insanüstü bir kahramanlık ve fedakarlık göstereceklerini de kimse inkar edemezdi. Çanakkale'de iki İngiliz ve bir Fransız zırhlısının batırıldığını ve birçoklarının da mermi vuruşlarıyla yaralandıklarını 19 Mart sabahı okuduğumuz zaman herkes yıldırımla vurulmuşa döndü".

Yıldırımla vurulmuşa dönenler arasında gururu en çok kırılan İngilizlerdi. Yüzyıllardır yenilmez diye ün kazanan denizlerin egemen gücünü temsil eden muhteşem armadalarının ününe gölge düşmüştü.

Türklerin uğradığı nesnel kayıplara karşılık moral kazançları büyüktü. Aylardan beri İstanbul'da kuşku içinde yaşayan Türkler için Çanakkale deniz zaferi, kurtuluş anlamını taşıyordu. Türklerin İngiliz donanması için kökleşmiş bir hayranlığı vardı. Bu donanmayı, yüz gerisi dönmeye zorlamanın büyük heyecanını duymaları doğaldı. 18 Mart akşamı İstanbul ve zafer haberinin ulaştığı bütün Türk şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde evler bayraklarla süslenmiş, aydınlatılmış ve şenlik yapılmıştı. Çanakkale deniz zaferinin dünyada mevcut diğer Müslüman ülkelerinde de etkisi görüldü. Sömürge yaşamı süren Müslüman ve hatta Müslüman olmayan halklarda bu zaferi kendi kurtuluşları için değerli bir örnek gibi kabul eder oldular.

Çanakkale deniz yenilgisinin altında kalmak istemeyen ve olumsuz etkisini her ne bahasına olursa olsun silmek isteyen uzlaşma devletleri, talihlerini bu kez de İstanbul'u almak için kara yolundan giderek denemeye karar verdiler. Bu yolun Gelibolu Yarımadası'ndan geçtiğini düşündüler ve kara ordularını oraya çıkartmakla ilgili işe giriştiler.

---

* Kaynak:

Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Ord. Prof. Enver Ziya Karal, 429-518 ss.
Çanakkale 1915 CD-ROM
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Kara harekâtı

KARA HAREKÂTI

25 Nisan 1915

Müttefik Devletler Donanması’nın 18 Mart 1915’de Çanakkale Boğazı’na karşı giriştiği birleşik deniz harekatının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, General Hamilton Lord Kitchener’e, donanmanın desteğinde yapılacak ortak bir kara harekatı olmadan, güçlü Türk savunmasının kırılıp, Boğaz’ın donanmayla geçilmesinin olanaksız olduğunu bildirir. Gerçi Kitchener ve Özellikle Churchill, işin başından beri yalnız denizden zorlanarak ve donanmayla bu girişimin başarıyla yapılabileceğini savunuyorlardı. Ancak, 18 mart Deniz Harekatının olumsuz sonuçlarını değerlendirdikten sonra, Hamilton’un görüşlerini benimserler.

5. Ordu'nun Dağılımı
25nisan_kroki1_b.jpg


Müttefiklerin Genel Çıkarma Planı
25nisan_kroki2_b.jpg


General Hamilton 25 Nisan 1915 günü, iki İngiliz ve bir Fransız tümeni ile, bir Hint tugayını Seddülbahir bölgesine, iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu’nu da, ikinci derecede tuttuğu Karatepe bölgesine çıkarmayı planlamıştır. Bu planın nasıl uygulanacağı yukarıda özetlenmiştir.

Aynı tarihte, Gelibolu’daki Türk kuvvetleri ise, 3 üncü ve 16 ıncı Kolorduların yanısıra 6 tümen, süvari tugayı ve bağımsız taburlardan oluşuyordu. Daha sonra, savaşın gelişme süreci içinde yapılan gerekli kıta kaydırmalarıyla, toplam tümen sayısı 16 ya çıkartılacaktır.

Gelibolu Yarımada'sı sahili
trkara_nisan.jpg

25 Nisan çıkarmasından yaklaşık bir ay önce, Gelibolu’da bulunan 5. Kolordu komutanlığına atanan Mareşal Liman von Sanders’in düşüncesine göre, müttefikler çıkarmayı Saros Körfezi’ne yapacaklardır. Bu nedenle de kendisi, birliklerin çoğunu Saros Körfezi ile Anafartalar bölgesinde; bir tümeni Seddülbahir bölgesinde ve iki tümenli 15nci Kolorduyu da, anadolu yakasında tutmayı uygun bulmuştur. Ayrıca savunma amacıyla kıyının belli noktalarında gözetleme ve koruma birlikleri bulundurulacak, asıl kuvvetler ise geride yedekte tutulacaktı. Aslında Liman von Sanders’in bu savunma planına Türk komutanlar karşıydılar. Onlara göre, düşman en zayıf ve kritik anları olan çıkarma sırasında kıyıda karşılanırsa, ilerlemesi önlenebilecekti. Mareşalin gelmesinden önce hazırlanan türk savunma tedbirleri de böyleydi. Ancak, uygulamaya konulan, ordu komutanı Liman von Sanders’in planıdır. Daha sonra çıkarma başlayınca, komutanların aldıkları ek önlem ve hazırlıklar sayesindedir ki , çıkarılan ilk düşman birlikleri kıyıda karşılanacak ve fazla ilerlemeye fırsat bulamadan, 3-4 kilometrelik bir ilerlemeden sonra savaş bitene kadar, bulundukları yerde çakılıp kalacaklardır.

Arıburnu Muharebeleri

25 Nisan sabahı Anadolu yakasına Fransz çıkartması başlamazdan önce, Anzak adıyla anılan Avustralya ve Yeni Zelanda tümenlerinden kurulu ordu, Arıburnu bölgesinde karaya çıkmaya başladı. Karşılarında Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) komutasında 19. Tümen bulunuyordu501. Tümen komutanı ilk çıkartma haberi üzerine bütün birlikleri harekete hazır duruma getirmekle beraber, bağlı bulunduğu kolordudan herhangi bir talimat gelmediğinden beklemek zorunda kaldı. Düşmanın Kabatepe gerisindeki sırtları sarmakta olduğunu öğrenmesi üzerine komutan, sorumluluğu üzerine alarak bir kısım kuvvetleriyle Kocaçimen Tepesi'ne yöneldi. Bir birliğimizin Conk Bayırı'na çıktığım Öğrenince oraya koştu. Cephanesi kalmadığından "Düşmandan kaçılmaz!" diyerek askerlere süngü taktırtıp mevzi aldırdı. Düşman da mevziye girdi. Bu suretle kazanılan an Mustafa Kemal'in yaşamında olduğu kadar Çanakkale Savaşı'nın kaderinde de önemli rol oynadı. Bu müddet içinde Mustafa Kemal istirahat için geride bırakmış olduğu kuvveti getirterek düşmana saldırdı ve onu yapışmış olduğu sırttan geri attı. Bu suretle ne Liman Paşa'nın ne de Cevat Paşa'nın stratejik önemini kavrayamamış oldukları Yarımada'nın güney kısmının anahtarı olan Conkbayırı ile Sarıbayır düşman eline geçmekten kurtulmuş oldu. İngilizler buralara yerleşmiş olsalardı, Türklerin savunma sistemi çökecek, bu çöküş ile belki de düşman çıkarması ve savaşın sonu da hızlanmış olacaktı. Düşman söz konusu saldırıyı takiben denize dökülemedi. Fakat Yarımada'nın boşaltılmasına kadar sürecek müddet zarfında savaş gemilerinin korunmasının yapılacağı dar bölgeye sıkıştırılmış oldu. Bu bölgede başlayan mevzi savaşı arasıra iki taraf kuvvetlerinin saldırıya geçmeleriyle noktalanıyordu. 6 Mayıs'ta Türk kuvvetlerinin İngilizleri denize dökmek için giriştikleri saldırı başarısızlıkla sonuçlanınca, burada tekrar mevzi savaşlara dönüldü.

Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan aktarmalarla nasıl başlandığı ve ilk günleri açıklanan Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusunun Nisan’da yaptığı çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, Kuzeyde’ki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı.

25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat 05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır.

Anzak Koyu
anzakkoyu.jpg

Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.

O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır.

“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:

- Niçin kaçıyorsunuz ? dedim.

- Efendim düşman dediler!

- Nerede?

- İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:

- Düşmandan kaçılmaz, dedim.

- Cephanemiz kalmadı, dediler.

- Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim.

Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...”

Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale Savaşları Kara Harekatı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Böylesine önemli anda kilit rolü oynayan kişi ise, tartışmasız Mustafa Kemal’dir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihiyle uğralan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır.

Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir :

“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”


25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde 3-4 km.lik bir mesafe ilerleyip, boşaltmaya kadar da o noktada kalmışlardır.

Seddülbahir Muharebeleri

Yukarıda işaret edilen bölgelere çıkartma yapıldığı gün ve saatlerde Seddülbahir bölgesinde Tekke Burnu, Ertuğrul Koyu, Marto ve Sıygındere noktalarına da çıkartma yapılmıştır. 12 taburdan kurulu çıkartma kuvvetleri, filolarınında kuvvetli desteği ile iki yaya, bir jandarma taburu, bir sahra taburu ve bir-iki bataryayı kapsayan Türk kuvvetleriyle güçlükle savaşmışlardır. Bir gün sonra taburlarının sayılarını 40'a çıkarmakla ancak sahilde tutunabilmişlerdir. Bunların karşısında Türk kuvvetlerinin mevcudu ancak 9 tabura çıkabilmişti. Düşmanın üstünlüğü karşısında Türk kuvvetleri ikinci savunma hattına çekilmiş ve burada yarımadanın boşaltılmasına kadar kalmışlardır. Çıkartmayı izleyen 80 gün içinde de her iki tarafın kesin zafer kazanmak için yaptıkları saldırılarla karşıt saldırılar, olumlu sonuç vermedi. şu da var ki, çok kısa bir zaman içinde yarımadayı ele geçireceklerini hesaplamış olan düşmanların varsayımlarının yanlış çıkması, onları moral kırıklığına uğratmıştı.

25 Nisan günü, Müttefik Kuvvetleri Donanmanın koruyucu bombardımanı altında, beş ayrı yerden Gelibolu Yarımadası’na çıkmaya başladılar. İngiliz ve Hint birliklerinin çıkarıldığı ilk hedef , güneyde Alçıtepe’yi ele geçirip Kilitbahir platosuna ilerlemek, oradaki merkez tabyalarını susturduktan sonra Boğaz’ın giriş bölgesini ele geçirmekti. Burada Müttefik donanmasına bağlı savaş gemilerinin yaptığı bombardımanın şiddetine bir örnek vermek gerekirse; sadece Ertuğrul Koyu sırtlarındaki 26. Alayın 10.Bölüğünün savunma mevzilerine 4650 mermi atılmıştı.

İngiliz ve Fransız donanmasının desteğinde Çanakkale'de Fransız çıkarması.
seddulbahir.png

Buna rağmen Türk bataryaları ve kuvvetleri imha olunamadığından İngiliz Birlikleri ağır kayıplar vermekte ve bu durum, Müttefik kuvvetler arasında büyük bir şaşkınlık yaratmaktaydı. Bu günlerde, gerçek bir kahramanlık destanı yaratan Yahya Çavuş’un takımı, işte bu 10. Bölüğün takımıdır.

Temmuz 1915 sonuna kadar, çok kanlı geçen, göğüs göğüse süngü hücumları ve karşı hücumlarla süren Kirte-Kerevizdere- Zığındere Muharebeleri, özellikle Türk birliklerinin, Müttefik Donanması’nın ateşinden korunmak amacıyla, gece yaptıkları süngü hücumlar şeklinde olmuştur. Sekiz gün, geceli gündüzlü süngü hücumlarıyla geçen Zığındere muharebesi, iki taraf için de kayıpların en fazla olanı ve en kanlı geçenidir.

River Clyde kömür gemisi V plajında.
river.jpg

Bu bölgedeki harekat ağustos ayıyla birlikte mevzi muharebesine dönüşür. Böylece işgal kuvvetleri, 3-4 kilometrelik bir arazide çakılıp kalmış, Alçıtepe ve Kirte ele geçirilememiş, durum boşaltmaya kadar değişmeden böylece devam etmiştir.

Kumkale Muharebeleri

25 Nisan 1915 günü saat 04.30’da Fransız filosu Kumkale önlerinde savaş düzeni almıştı. Kumkale ve Kumkale-Orhaniye arasını hedef alan şiddetli donanma ateşinin ardından Fransız birlikleri karaya çıktılar.

Kumkale’deki Türk takımı Fransız bombardımanlarına ve karaya çıkan iki Fransız bölüğüne karşı kahramanca dayandıysa da, sürekli takviye edilerek tabur seviyesine çıkan Fransızlar karşısında kaleyi bırakarak Kumkale köyüne çekilmek zorunda kaldı. Sadece yarım takımlık 6. Bölük’ün ihtiyatıyla takviye edilebilen takım, Kumkale sokaklarında Fransızlarla kısa süren sokak muharebelerine girdi. 6. Bölük komutanı, birliklerini Kumkale mezarlığına çekti. Takım komutanlarından birinin şehir düşmesine, diğerinin de yaralanmasına ve cephane sıkıntısına rağmen, bölük inatla savunmasını sürdürdü ve Fransız kuvvetlerinin kanadını Kumkale’de bastırıp, bütün cephesini hareketten alıkoydu.

Türk birlikleri Kumkale’yi geri almak için taarruza geçince Kumkale sokaklarında göğüs göğüse yakın muharebe başladı. Fransızlar da direnişlerini sertleştirmişlerdi. Türk hücumlarının en şiddetli bir anında Fransızlar beyaz bayrak çektiler. Üst rütbeli Fransız subayı da kendi rütbesine denk bir Türk subayına teslim olmak istedi, fakat dil farkı yüzünden anlaşılamadı.

Teslim alma olayı uzayınca Fransızlar tekrar toplanarak mevzilerine döndüler ve yer yer ateş muharebeleri başladı. Fransız filosu da kendi birlilerine zayiat verdirme pahasına, Fransız ve Türk birliklerinin birbirine girdiği Kumkale’ye şiddetli ateşlere başladı. Türk birlikleri Mezarlık-Kumkale-Orhaniye hattına çekilmek zorunda kaldılar.

Fransızlar da Kumkale’de kıyı başı tutmuşlar ama ilerleyememişlerdi. Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan İngiliz kuvvetlerinin takviye edilmesi amacıyla, Seferi Kuvvetler Başkomutan’ı General Hamilton’un emriyle, Fransız kuvvetleri 26/27 Nisan 1915 gecesi başarılı bir çekilme harekatıyla geri alındılar.

Anafartalar Zaferi

5 Ağustos 1915’ten Ağustos sonuna kadar, Müttefikler hem Seddülbahir hemde Arıburnu’nda başarılı olamayınca, Çanakkale Boğazı’nı, geriden sarkarak ele geçirmek amacıyla harekete geçerler. Bu arada General Hamilton, Türk Ordusu’nun gerilerine sarkmak ve çember içine alıp yok etmek için, Büyük ve Küçük Kemikli Burunları arasında yeralan Suvla sahillerine çıkıp, Anafartalar’da üçüncü bir cephe açmaya karar verir. Hedef, Conkbayırı ve Koçaçimentepe blokunu ele geçirerek buradan ilerleyip, çanakkale Boğazı’na inerek hakim olmaktır.

Bu amaçla da, 9.İngiliz Kolordusu'nu ,6-7 Ağustos gecesi karanlıktan yararlanarak bölgeye çıkartır. Amaç, sabah gün ağarmadan von Sanders, Saros Grup Komutanına 7. ve 12. Tümenlerle süratle Anafartalar kesimine gitmesini ve karaya çıkan İngiliz birliklerine 8 Ağustos sabahı erkenden taarruz edilmesi emrini verir. Anafartalar Müfrezesi komutanı Yarbay Vilmer’e de, Saros’dan iki tümenin gelişine kadar, İngilizlerin ilerleyişine engel olunmasını emreder.

Liman von Sanders, bundan sonra, Kurmay Albay Mustafa Kemal’i, 8 Ağustos 1915 günü saat 21.45’de, Anafartalar Grup Komutanlığına atar. Anafartalar Grup Komutanı Kurbay Albay Mustafa Kemal, 9 Ağustos sabahı ,12. tümenle 9. İngiliz Kolordusuna. 7.Tümenle de Anzak Kolordusu ile işbirliği yapmasına engel olmak amacıyla, damakçılık Bayırı yönünde saldırıya geçer. Her iki tümenin saldırıları da başarılı olur. İngiliz Birlikleri, beklemedikleri bu karşı Türk taarruzu ile şaşkına dönmüş, ağır kayıplar verirler.

Birinci Anafartalar Muharebeleri olarak adlandırılan bu harekat sonunda, durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal şöyle demiştir: “...Gerçekte, düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş, Tuzla Gölüne kadar takip ederek orada tesbit etmiştim.”

Anafartalar Grup Komutanı M. Kemal muharebe arkadaşlarıyla (1915).
anafartalar.jpg


Diğer taraftan yeni çıkan birliklerle güçlendirilen 9. İngiliz Kolordusu, Anafartalar yönünde iki kanat harekatı daha denediyse de başarılı olamamıştır. Ancak, Türkler açısından bu bölgede durum, savunulması güç bir konum olduğu için tehlikeli sayılırdı. Tehlikeli durumu düzeltmek için Liman von Sanders, Kuzey Grubundaki 8 Tümeni iki alayla takviye ederek , Anafartalar grup Komutanı Mustafa Kemal’in emrine verir. Tümen karargahına 9-10 Ağustos gecesi gelen Grup Komutanı Mustafa Kemal, takviyeli 8. Tümeni 10 Ağustos sabahı karanlıkta, sadece süngü kullanarak hücuma geçirir. İngilizlere çok ağır kayıplar verdirilerek harekat başarılı olur. Daha sonra, savunma yapılabilecek ek arazinin ele geçirilmesi üzerine, ulaşılan bu ileri çizgide de destek ve güçlendirmeler yapılarak savunmaya geçilir. Böylece, diğer bölgelerde olduğu gibi Anafartalar Bölgesinde de savaş, boşaltmaya kadar , siper ve mevzi savaşına dönüşmüş olur. Diğer bir deyişle, General Hamilton’un İkinci Planı da başarısız olmuş, hedefine ulaşmamıştır.

Çanakkale Savaşları kara harekatıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir diğer nokta da şudur: tüm bu çarpışmalar ve karşılıklı saldırılar sırasında, Türkler mertçe, dürüstçe ve kahramanca çarpışmış, insancıl meziyetlerini ve güçlü kişiliklerini sergilemişlerdir. İster Seddülbahir’de, ister Suvla’da ya da, Anafartalar’da olsun durum aynıdır. rneğin Kızılhaç çadırları ve hastane gemileri, yaralı taşıyan botlar, ya da sedyeleri hedef alan atışlar yapılmamıştır.

Kur. Alb. Mustafa Kemal Çanakkale'de Siperde (1915)
cnklsiper.png


Tepeler Türklerin elinde olmasına ve olumlu doğa koşullarına karşın, düşmanın sürekli olarak çekindiği zehirli gaz kullanılmamış, su kaynakları zehirlenmemiş, bu yöntemler hiçbir zaman mert ve dürüstçe bir tutum sayılmamıştır. Savaş alanında ele geçen esirlere ve yaralı düşman askerlerine yapılan insancıl muameleler öyle görünüyor ki, Anzakları ilkin gerçekten şaşırtmıştır. Çünkü, daha önce kendilerine anlatılan , ya da Mısır’da karşılaşıp hakkında belirli ön yargılar ve imajlar geliştirdikleri Türk askeri Abdul, Gelibolu Yarımadası’nda çok farklı bir tutum sergilemektedir.

Çekilme

Gelibolu'dan Yunanistan tarafsız olduğu halde, İngiltere ve Fransa, Çanakkale'deki kuvvetlerinden birer tümen çekerek 3 Ekim'de Selanik'e çıktılar. Çanakkale'den çekilme fiilen başlamış oldu. 11 Ekim'de Kitchner, General Hamilton'dan boşaltma sırasında ne kadar kayıp verildiğini soruyordu, iki gün sonra Hamilton geriye çağrılıyor, yerine General Monroe gönderiliyordu. Churchill'e göre Çanakkale Savaşı için hiçbir sempati duymayan ve savaşın ancak Almanları öldürmekle sonuçlanacağına inanan bu komutan, Gelibolu'nun tümüyle boşaltılmasını tavsiye etti. Kesin bir karara varılması için Kitchner, 9 Kasım'da Çanakkale'ye gelip incelemelerde bulundu ve boşaltmadan başka yapacak birşey olmadığını gördü. 19-20 Kasım gecesi, yoğun bir sis perdesinden faydalanılarak çadırlarını olduğu gibi bırakıp, hareketlerini maskeleyen Anafartalar ve Arıburun'daki kuvvetler, başarılı bir çekilme yaptılar. Savaş gemilerinin himayesinde bulunan güneydeki kuvvetlerin son birlikleri ise 8 ve 9 Ocak günlerinde çekilip gittiler. Çanakkale Savaşı artık tarih olmuştu.

Anafartalar’da yaşanan zaferin ardından, Müttefik Kuvvetlerinin hem moralleri bozulmuş, hem de Çanakkale’nin geçilebileceği umutları yok olmaya başlamıştı. Ian Hamilton’un bütün ısrarlarına rağmen cepheye artık tek bir asker bile gönderilmediği gibi, Çanakkale’den iki tümen alınmış ve batı cephesine gönderilmişti.

Kısacası Ağustos’tan sonra çekilme planları yapılmaya başlanmıştı. Harbiye Nazırı Lord Kitchener, son defa bölgeyi ziyaret etmiş, artık Çanakkale bölgesindeki Türk savunmasını sökmenin ve buradan boğaz harekatını bir neticeye vardırmanın, hele hele İstanbul sevdasına kapılmanın imkanı kalmadığını anlayarak, Ocak 1916’da Çanakkale’deki kuvvetlerin, Selanik çıkarmasında kullanılmak üzere gönderilmesinin kararını komiteye sunmuştur.

Müttefik askerleri 8 Aralık’tan 20 Aralık’a kadar Anafartalar ve Arıburnu bölgelerini, 28 Aralık’tan, 9 Ocak 1916’ya kadar da Seddülbahir bölgesini tahliye etiler.

Su Arıtma Kabinleri
cnklsu.png


Boşaltma işlemi gerçekten çok iyi planlanmıştı. Askerler her türlü tedbiri almış, geride ayarlı ve sonradan patlayacak olan tüfekler, takip edilmelerine karşı mayınlar bırakmışlar, sessizlik için ayaklarına çuvallar bağlamış ve hatta son güne kadar ileri mevzilerden çekilmeyerek, savaşmışlardır.

Türklerin bu çekilmeden haberi yok muydu? Bu soru Türk tarafı için en çok sorulan sorulardan biridir. Müttefik kuvvetlerinin çekilmedeki başarısı yadsınamaz; çekilme iyi planlanmış, hava koşulları beklendiği gibi gitmiştir.

Siperlerde Kukla Askerler
cnklkukla.png

Türk kuvvetleri ise, Müttefik kuvvetlerine göre hep yüksek noktalarda mevzilenmişler ve bu nedenle de düşman askerlerine geçit vermemişlerdi. Türk resmi kaynaklarına göre Yarımada'nın Müttefik askerleri tarafından boşaltılmasından, Türk tarafının haberi kesinlikle olmamıştır.

Türk askerleri çekilmeden haberdar olsalar dahi, büyük bir taarruza kalkışmamışlardır. Çekilen tarafa çok büyük zayiat verdirmek mümkünken, saldırmamayı tercih etmişlerdir. Çünkü artık feda edilecek tek bir Türk askeri bile yoktu. Dört bir yanda savaş içinde olan Osmanlı Devleti’nin eli silah tutan herkese ihtiyacı vardı.

Kendiliğinden Patlayan Tüfeklerden Biri
cnkltufek.png


Sonuç olarak; 9 Ocak 1916’da Gelibolu Yarımadası’nda tek bir Müttefik askeri bile kalmamış, Çanakkale’nin geçilememesi ile Birinci Dünya Savaşı’nın çizgisi, savaşa katılan bir çok ülkenin de kaderi değişmiştir.

Kaynak:

Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Ord. Prof. Enver Ziya Karal, 429-518 ss.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Hava harekâtı

HAVA HAREKÂTI

İlk motorlu uçağın uçuşundan yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut şevket Paşa’nın direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk Askeri havacılığı’nın temeli olan teşkilat kurulmuştur.

Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem veren Mahmut şevket Paşa maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para, kısa zamanda toplanmış ve Fransa’dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak satın almıştır.

Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde Kara tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da deniz tayyare Mektebi kurulmuş ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar seçilmiştir.

Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda idi.

Çanakkale Muharebeleri havacılık yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.

Havacılık açısından işte böyle bir ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel olarak Yeşilköy’de bulunan deniz uçaklarından 2’si İzmir, birisi de Çanakkale Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir.

25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara Meydanı’na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi, Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemal’in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır.

18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı sağlamıştır.

18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken saatlerde yaptıkları keşif raporunu vermişlerdir.

“ Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi sayıldı. Bunlardan; 19’u ağır, 3’ü hafif olmak üzere 22’si kruvazör, diğerleri; şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır. ”

Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım etmiştir.

18 Mart günü öğleden sonra, havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri emredilmiştir.

Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan pilotlar Mondros Koyu’nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir.

Çanakkale Muharebeleri süresince, karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden biri 18 Nisan 1915’de yapılmıştır.

O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada’da 18 düşman uçağının konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar, keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan “mukabil hava harekatı” nın ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır.

Türk uçaklarının meydan taarruzu planlamasından esinlenen İngilizler aynı gün üçer uçaklık iki kol ile meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir. Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir örnek teşkil etmiştir.

14-19 Mayıs 1915 günleri, güney cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmış Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün “yakın hava desteği” olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır.

25 Haziran’da; Arıburnu bölgesindeki düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet ingilizce yazılı bildiri atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin güzel bir örnektir.

30 Kasım 1915’te ise, Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan’la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen Ali Rıza fransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir.

Sonuç olarak;

Çanakkale Muharebeleri’nde, kahraman kara ve deniz kuvvetlerimiz gibi havacılarımız da, üstün silah ve teknik olanaklara sahip düşmanları karşısında, kendilerine düşen görevleri cesaret ve üstün görev bilinici içinde başarıyla icra etmişler ve resmi İngiliz harp tarihi kitaplarında:

“Harikulade müdafaasında yılmadan mücadele eden ve sonunda başaran düşmanımıza hayran kaldık” dedirtmişlerdir.

Çanakkale Muharebeleri’nin ileri görüşlü askeri önderleri yeni silahın gereksinimi olan strateji ve taktiklerin oluşturulmasına öncülük etmiştir. Bu kapsamda ulu önder Atatürk şöyle buyurmuştur:

“ GÖKLERDE BİZİ BEKLEYEN YERİMİZİ ALMAK ZORUNDAYIZ. YOKSA O YERİ BAşKALARI İSTİLA EDER VE İşTE O ZAMAN BU ÜLKE VE MİLLET ELDEN GİDER. HALBUKİ BİZ TÜRKLER, BÜTÜN TARİHİMİZ BOYUNCA HÜRRİYET VE İSTİKLALE ÖRNEK OLMUş BİR MİLLETİZ.

TAYYARECİLER! şUNU UNUTMAYIN Kİ YARININ EN BÜYÜK TEHLİKELERİ SEMALARDAN GELECEKTİR. BU SEBEPLE SİZLER DAİMA HAZIR BULUNMAYA VE O şEKİLDE YETİşMEYE GAYRET EDECEKSİNİZ.”


---

Kaynak:

Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Ord. Prof. Enver Ziya Karal, 429-518 ss.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,503
Tepkime puanı
0
Savaşın sonuçları

SAVAşIN SONUÇLARI

ÇANAKKALE SAVAşININ ÖNEMİ VE SONUÇLARI

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.

ASKERİ SONUÇLAR
1. Genellikle 18 Mart 1915’te geçen Boğaz Muharebesi’nde kazanılan zaferle, Birleşik Filo (İngiliz-Fransız donanmaları) nun Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.

2. Boğaz’da elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadası’na yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.

3. Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşı’nda zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.

4. Deniz ve kara. harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.

5. Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

6. Çanakkale Boğazı’nın kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefliklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesi’ndeki Harekatnı kolaylaştırmıştır.

7. Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü donemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti’ nın çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.

8. Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvayı Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.

9. Gerçekten Boğaz Muharebesi’nde Birleşik Filo’nun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryası’nın yok edilmesi için kullandığı 400’ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir. Halbuki Boğaz’daki obüs bataryalarımızın tek bir yaylım ateşi sırasında, Irresistable gemisinde 138 personelin yaşamını yitirdiği, İngiliz tebliğlerinde açıkça belirtilmiştir.

10. Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında Türk’e özgü, sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.

11. Aynı Birleşik Filo’n’un, 18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti

12. Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğaz’ın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğaz’ı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

13. Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne varki 18 Martı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez XX. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’ni bulacaktır.

14. Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan Ingiltere ve Fransa’nm, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir

SİYASİ SONUÇLARI
1. Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan her iki zafer, Osmanlı’nın Balkan felatiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan devlet prestijini kurtarıp güçlendrmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini uzatmıştı.Anlaşma Devletleri’nin savaşın başından beri bekledikleri hükümet krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.

2. Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamıiznıini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını kanıtlamıştır.

3. Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusyası içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

4. Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’dan beri izledikleri, “Açık denizlere ulaşma” politikalarını gerçekleştirmiş olurlardı.

5. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletl’eri’nin yanında yer alırken, Romanya, Yunanistan ve Italya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre geciktirmiştir.

6. Çanakkale Muharebeleri, Ingiltere’nin savaşın başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol açmıştır.

7. Birleşik Filo’nun ağır yenilgiye uğrayıp Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir hayli sarsmış, özellikle Ingiltere’nin denizlerdeki tarıtışılmaz üsıtünlüğü imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

8. Keza Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi Ingiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf Ingiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için döğüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal blincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.

Nitekim, 9 Eylül 1922’de Yunanlılar lzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım istediği, Avusturalya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini” belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.

9. Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun döğüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe döğüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı.İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Asvusturalya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.

10. Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi” adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımz 600 kadar gönüllü Yahudi askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.” Gerçekben Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi”, bu günkü İsrail’in kurulmsında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

11. Çanakkale Zaferi’nin daha ilginç ve anlamlı bir sonucu da, doğunun büyük bir imparatorluğunu oluşturan koskoca Çarlık Rusyası’nın yıkılmasıyla kalmamış, ülkesinde güneş batmayan Batılı büyük devlet olan Büyük Britanya Imparatorluğu’nda da ilk yarayı açmaya yetmiş olmasıydı. Böylece emperyalizm tam çökmüş olmasa bile, bir hayli sarsılmıştır.

SOSYO EKONOMİK SONUÇLARI
1. Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.

2. Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere, Fransa müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmişti.

3. Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85; Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27; Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı l29’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.

4. Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında kısaca denebilir ki, Çanakkale’de Türk Zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca Doğulu ve Batılı müttefik devletlerin (Rusya-İngiltere-Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusya’yı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine (komünizme) kadar gidebilmiş ve böylece de Rusya’nın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.

5. Zaferin, yukarıdaki ticari ve ekonomik etkinliklerinin yanında, Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşı’nda da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekilmiştir.

---

Kaynak:

Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Ord. Prof. Enver Ziya Karal, 429-518 ss.
 

SiyahLi

Harbi Üye
Forum Üyesi
Katılım
2 Mayıs 2020
Mesajlar
3,511
Tepkime puanı
8
Takım
Beşiktaş
Paylaşım için teşekkürler
 
İçerik sağlayıcı "paylaşım" sitelerinden biri olan Harbimekan.Com Forum, Eğlence ve Güncel Paylaşım Platformu Adresimizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Harbimekan.Com sitesindeki konular yada mesajlar hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler için info@harbimekan.com yada iletişim sayfası üzerinden iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 3 Gün (72 Saat) içerisinde Forum yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacaktır.

Bu Site, Bilim ve Sağlık Haber Ajansı Üyesidir.

Yığıntı - 8kez - kaynak mağazam - Uğur Ağdaş