- Katılım
- 2 Mayıs 2020
- Mesajlar
- 3,880
- Tepkime puanı
- 8
- Takım
- Beşiktaş
ARAZ
Başka bir nesne ile varolan, kendi basına varolmayan "devamlı olmayan şey". Terim anlamı ise; "başkasına yani cevher ve cisme bağlı olarak varlığını gösterebilen ve devamlı olmayan şey"dir (Nureddin es-Sabuni, el-Bidaye, Ankara 1982, 19).
İslam alimleri, Allah'ın varlığını ispatta genellikle "hudus" delilinden yararlanmışlardır. Hudus deliliyle, alem (Allah'tan başka her şey)in hadis (sonradan) olması prensibinden hareket ederek Allah'ın yegane yaratıcı olmasını ispat ederler. Hudus delilini ileri sürmeğe de alemin aslını oluşturan iki unsuru zikirle başlarlar. O da, alemin cevherler ve arazdan meydana gelmiş olmasıdır. Arazı anlayabilmek için önce cevherin tarifini yapmak lazımdır. Cevher, "kendi başına boşlukta yer tutan ve başkasına bağlı olmadan kendini gösterebilen şey"e denir. Esasen cevherin tarifi şöyledir: "Bölünmeyen en küçük parçaya cevher denir." Cevherlerin birleşmesiyle meydana gelene cisim denir. Demek ki boşlukta yer kaplayan bir varlığa cevher, bunun çeşitli sıfatlarına ve özelliklerine de araz denir. Mesela, taş cevher; katılığı ise arazdır.
İslam alimlerinin araz konusundaki açıklamalarında belirgin bir fark yoktur. Eş'ariyye ve Mutezile araz'ın izahı konusunda ayrı görüşler ortaya koymaktadırlar. Eş'ariye'ye göre araz, sonradan meydana gelen ve yer işgal eden bir nesne ile var olan şeydir. Buna göre, menfi sıfatlar ve yokluklar, yer kaplayan bir cisme hal, yahut sıfat olamazlar. Allah ise, zaman ve mekan sınırları içinde bulunması söz konusu olmadığından, O'nun sıfatları araz olamaz.
Mutezile'ye göre ise araz yoklukta varlığını sürdürür. Eğer varlığa çıkacak olsa, yer kaplayan bir cisim ile ayakta durabilir. Böylece Mutezile, bu görüşü ile "yokluk"u bir varlık alanı olarak kabul etmektedir. Mutezile ekolünden Ebu Huzeyl Allaf ve onu izleyenler, Mutezile'nin bu görüşünü benimsememişlerdir .
Arazlar, ancak cevher ve cisimlerde varlıklarını gösterebilirler. Çünkü bunlar madde değildirler. Maddenin çeşitli vasıflan ve özellikleridirler. Önce madde olmalı ki ondan sonra bir sıfat, bir özellik sözkonusu olabilsin.
Arazlar otuzdan fazladır. Renkler, tatlar, kokular, hareket-durma gibi oluşlar, sesler... bunlardandır.
Arazların belli başlı özellikleri şunlardır: Arazlar, bir yerden başka bir yere taşınmazlar. Arazlar, arazlarla bulunmazlar. Arazlar, devamlı olmazlar. Bir araz, iki yerde bulunmaz. (el-Cürcani, şerhu'l-Mevakıf, İstanbul 1286 h., 190 vd.)
Arazlar hadistir. Arazların hadis oluşunu biz tecrübeyle, müşahedeyle ve delille biliyoruz. Sükundan sonra hareketin; karanlıktan sonra ışığın; beyazlıktan sonra siyahlığın gelmesi gibi. Sükun gelince, hareket yok olmakta, hareket gelince de sükun yok olmaktadır.
Cevher ve cisimler de mutlaka arazlarla bulunurlar, arazsız olamazlar. Arazlar hadis olduğuna göre hadis olan arazsız bulunamayan cevher ve cisimler de zorunlu olarak hadis olacaktır. Böylece alemin (Allah'tan başka her şeyin) hadis (sonradan) olduğu ortaya çıkınca, hadis olmayan bir yaratıcının bunları yaratması zaruri oluyor. Böylece Allah'ın varlığı ispat edilmiş oluyor. (Sadeddin er-Taftazani, şerhu'l-Akaid, İstanbul 1970, 46 vd.)
Başka bir nesne ile varolan, kendi basına varolmayan "devamlı olmayan şey". Terim anlamı ise; "başkasına yani cevher ve cisme bağlı olarak varlığını gösterebilen ve devamlı olmayan şey"dir (Nureddin es-Sabuni, el-Bidaye, Ankara 1982, 19).
İslam alimleri, Allah'ın varlığını ispatta genellikle "hudus" delilinden yararlanmışlardır. Hudus deliliyle, alem (Allah'tan başka her şey)in hadis (sonradan) olması prensibinden hareket ederek Allah'ın yegane yaratıcı olmasını ispat ederler. Hudus delilini ileri sürmeğe de alemin aslını oluşturan iki unsuru zikirle başlarlar. O da, alemin cevherler ve arazdan meydana gelmiş olmasıdır. Arazı anlayabilmek için önce cevherin tarifini yapmak lazımdır. Cevher, "kendi başına boşlukta yer tutan ve başkasına bağlı olmadan kendini gösterebilen şey"e denir. Esasen cevherin tarifi şöyledir: "Bölünmeyen en küçük parçaya cevher denir." Cevherlerin birleşmesiyle meydana gelene cisim denir. Demek ki boşlukta yer kaplayan bir varlığa cevher, bunun çeşitli sıfatlarına ve özelliklerine de araz denir. Mesela, taş cevher; katılığı ise arazdır.
İslam alimlerinin araz konusundaki açıklamalarında belirgin bir fark yoktur. Eş'ariyye ve Mutezile araz'ın izahı konusunda ayrı görüşler ortaya koymaktadırlar. Eş'ariye'ye göre araz, sonradan meydana gelen ve yer işgal eden bir nesne ile var olan şeydir. Buna göre, menfi sıfatlar ve yokluklar, yer kaplayan bir cisme hal, yahut sıfat olamazlar. Allah ise, zaman ve mekan sınırları içinde bulunması söz konusu olmadığından, O'nun sıfatları araz olamaz.
Mutezile'ye göre ise araz yoklukta varlığını sürdürür. Eğer varlığa çıkacak olsa, yer kaplayan bir cisim ile ayakta durabilir. Böylece Mutezile, bu görüşü ile "yokluk"u bir varlık alanı olarak kabul etmektedir. Mutezile ekolünden Ebu Huzeyl Allaf ve onu izleyenler, Mutezile'nin bu görüşünü benimsememişlerdir .
Arazlar, ancak cevher ve cisimlerde varlıklarını gösterebilirler. Çünkü bunlar madde değildirler. Maddenin çeşitli vasıflan ve özellikleridirler. Önce madde olmalı ki ondan sonra bir sıfat, bir özellik sözkonusu olabilsin.
Arazlar otuzdan fazladır. Renkler, tatlar, kokular, hareket-durma gibi oluşlar, sesler... bunlardandır.
Arazların belli başlı özellikleri şunlardır: Arazlar, bir yerden başka bir yere taşınmazlar. Arazlar, arazlarla bulunmazlar. Arazlar, devamlı olmazlar. Bir araz, iki yerde bulunmaz. (el-Cürcani, şerhu'l-Mevakıf, İstanbul 1286 h., 190 vd.)
Arazlar hadistir. Arazların hadis oluşunu biz tecrübeyle, müşahedeyle ve delille biliyoruz. Sükundan sonra hareketin; karanlıktan sonra ışığın; beyazlıktan sonra siyahlığın gelmesi gibi. Sükun gelince, hareket yok olmakta, hareket gelince de sükun yok olmaktadır.
Cevher ve cisimler de mutlaka arazlarla bulunurlar, arazsız olamazlar. Arazlar hadis olduğuna göre hadis olan arazsız bulunamayan cevher ve cisimler de zorunlu olarak hadis olacaktır. Böylece alemin (Allah'tan başka her şeyin) hadis (sonradan) olduğu ortaya çıkınca, hadis olmayan bir yaratıcının bunları yaratması zaruri oluyor. Böylece Allah'ın varlığı ispat edilmiş oluyor. (Sadeddin er-Taftazani, şerhu'l-Akaid, İstanbul 1970, 46 vd.)