Osmanlı İmparatorluğu

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Osmanlı İmparatorluğu
70px-Coat_of_arms_of_the_Ottoman_Empire_%281882%E2%80%931922%29.svg.png



Osmanlı İmparatorluğu veya Osmanlı Devleti (Osmanlı Türkçesi: ???????? ???????? ???????????, romanize: Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye), Oğuz Türklerinden Osman Gazi'nin kurduğu Osmanoğlu Hanedanı'nın hükümranlığında varlığını sürdürmüş çok uluslu Sünni Müslüman devlet. Bugünkü Türkiye'nin Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuş bir beylik iken, 1453 yılında II. Mehmed'in İstanbul'u fethedip Bizans İmparatorluğu'na son vermesiyle imparatorluk haline gelmiştir. En geniş sınırlarına 1683 yılında ulaşmış; Orta Avrupa'nın bir bölümü ile Balkanlar'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın bir bölümü, Hicaz, Mezopotamya, Kafkasya'nın bir bölümü ve Anadolu üzerinde hâkimiyet kurmuştur. 1699 yılında Karlofça Antlaşması sonrası gerilemeye başlamış ve 1922 yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte yıkılmıştır.

Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında olmuştur. Ancak Prof. Dr. Halil İnalcık ve bazı diğer akademisyenler, Osmanlı Devleti'nin 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Koyunhisar Muharebesi sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia ederler. İstanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nu yıkmış, bazı tarihçilere göre bu Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı ve doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu 29 eyaletten ve özerklik tanınmış olan Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote (1585), Madeira (1617), Vestmannaeyjar (1627) ve Lundy (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Gaza ve cihat anlayışıyla sürekli genişleme eyleminde bulunan devletin hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan halklar zaman zaman toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi yapısında ve hukuk kurallarının oluşumunda İslam dininin belirleyici bir rol oynaması, Osmanlı İmparatorluğu'nun "İslam devleti", dolayısıyla bir "din devleti" olarak nitelenmesine neden olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu dönemi; Osmanlı Hanedanı'nın ve saray erkanının, Rum kadınlarla ve Slav Hristiyan halklardan (Sırplar, Bulgarlar, Ukraynalılar gibi) kadınlarla evlilik yapması, iskan politikası sebebiyle devşirilen Hristiyan çocukların Türk-İslam örf ve gelenekleri ile yetiştirilip yeniçeri ordusuna ve devlet kurumlarına alınmasıyla beraber, Türk tarihinin Roma-Doğu Roma tarihi ile kaynaştığı dönem olarak görülür. Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçiler Türkiye'nin tek ardıl devlet sayılması gerektiğini savunurlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 3 Mart 1924'te Osmanlı Hanedanı'nın Türkiye'den sürgün edilmesi kararını aldı. Günümüzde hanedan ile soy bağı olanların bir kısmı Türkiye'de, bir kısmı ise yurt dışında değişik ülkelerde yaşamaktadır.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
İsim

İsim​

Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlıcada Devlet-i ?Aliyye-yi ?Osmâniyye ([???????? ???????? ???????????] veya alternatif olarak Osmanlı Devleti [??????? ?????]) olarak anılmıştır. Cumhuriyet sonrasında kullanılan Türkçede ise Osmanlı Devleti veya Osmanlı İmparatorluğu olarak bilinir. 19. yüzyıldan önceki İngilizce kaynaklarda ise Turkey ya da Turkish Empire şeklindeki kullanımlara rastlanır. Günümüzde modern Türkiye için de Turkey kullanımının yaygın olmasının yanı sıra Republic of Turkey kullanımıyla, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ile Cumhuriyet dönemi birbirinden ayrılır.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Tarihçe

Tarihçe

Osmanlı İmparatorluğu belirli tarihsel dönemlere ayrılarak incelenir. Dönemler, Osmanlı
Devleti'nin yönetim yapısına ve dünya siyasetindeki yerine göre belirlenmiştir. Toprak büyüklüğünü temel alan ayrıştırmalardan daha detaylı bir bakış açısına izin vermektedir.


Beylik dönemi
Beylik döneminin ne zaman başladığı belli değildir. Osman Gazi birliklerinin 1299 yılında İnegöl ve civarını fethetmesi sonucunda bağımsızlığını ilan etti.[30] Bu dönemde beylik dönemi sona ermiştir.

Moğol İmparatorluğu döneminde kaçan Süleyman şah komutasındaki Kayılar ilk olarak 1227 yılında Anadolu'ya geldiler. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubad, Kayıları Karacadağ ve bölgesine yerleştirdi. Kayılar bu sırada 50 bin kişiydiler. Süleyman şah'ın Fırat Nehri'nden geçerken, boğulması üzerine, Kayı Boyu'na mensup bazı kişiler Erzurum ve Erzincan civarına göç ettiler. Bazıları da Suriye ve yeniden anayurtlarına göç etti. Osmanlı Hanedanı'nın Kayı boyundan geldiği iddia edilse de Halil İnalcık dahil olmak üzere birçok tarihçi bunun hanedanı yüceltmek için uydurulmuş bir mit olduğu görüşündedir.

Ertuğrul Gazi ise Söğüt ve civarına yerleşti. Bu sırada buraları fethetti. Ertuğrul Gazi yaklaşık 1000 km2 civarı bir toprak fethetmişti. Ertuğrul Gazi tahminen 90 ya da 83 yaşında ölmüştür. Ertuğrul Gazi'nin ölümünden sonra aşiret Osman Bey'i seçti. Osman Gazi, devlete adını vermiştir.


Kuruluş (1299-1453)
1299 yılına gelindiğinde Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti yıkılma süreci içindeydi. Bu yıllarda Osman Bey, yakın arkadaşları ile birlikte Bilecik, Yarhisar ve İnegöl'ü fethetti. 1301'de Yenişehir fethedildi. Osmanlı Beyliği, 1299'da resmen kuruldu. (Bunun yanı sıra tarihçilerin bazıları beyliği kuruluşunu 1301 kabul eder. Halil İnalcık'a göre ise beylik 1302'de gerçekleşen Koyunhisar Savaşı ile kurulmuştur.) 1302'de Bizans İmparatorluğu kuvvetleri, Osman Bey'i durdurmak için yola çıktı. Osman Bey, Bizans İmparatorluğu ile yaptığı ilk savaş olarak kabul edilen Koyunhisar Muharebesi'nin kazananı oldu.

150px-Battle_of_Nicopolis%2C_1396%2C_Facsimile_of_a_Miniature_Conserved_in_the_Topkapi_Museum_in_Istanbul-.jpg


Niğbolu Muharebesi, 1396

1326'da Osman Bey, Bursa'yı kuşattı. Fakat kendisinin rahatsızlanması üzerine kuşatmaya Orhan Bey devam etti. Aynı yıl Bursa fethedildi ve başkent yapıldı. Döneminde kendi adına para bastırarak beyliği devlet haline getirdi. 1329'da III. Andronikos'un başında bulunduğu Bizans ordusu ile yaptığı Pelekanon Muharebesi'ni kazandı. 1331'de İznik'i, 1337'de İzmit'i topraklarına kattı. Ayrıca kendisinin döneminde devletin sınırları, komşu Türk beyliklerinin toprakları yönünde de genişlemeye başladı. 1345'te Karesioğulları Beyliği Osmanlı egemenliği altına girdi. Böylece Osmanlı, hem beyliğin donanmasından yararlandı, hem de Rumeli'ye geçiş için alınması gereken önemli bazı noktalara sahip oldu.1352'de, taht kavgaları ile mücadele eden Bizans yöneticilerinden Matheos Kantakuzinos'a isteği üzerine yardım kuvveti gönderen Orhan Bey, yardımın karşılığı olarak Gelibolu Yarımadası'nda bulunan Çimpe Kalesi'nin sahibi oldu. Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti, ilk Rumeli toprağını kazandı.

250px-Sultan_Osman.jpg

İlk kumandanlardan Akçakoca Bey ile Konur Alp ve ortada beyliğin kurucusu Osman Bey

rhan Bey'den sonra yerine I. Murad geçti. Murad Hüdavendigâr olarak da bilinen I. Murad, Osmanlı topraklarını Balkanlar yönünde genişletmeyi sürdürdü. İlk olarak Edirne yakınlarında yapılan Sazlıdere Savaşı ile Türk ilerleyişini durdurmak isteyen bir Bizans-Bulgar ordusunu yenilgiye uğrattı ve zaferin ardından Edirne'yi ele geçirdi. Kısa bir süre sonra, Edirne'yi geri almak isteyen Macar, Sırp, Bulgar, Eflâk ve Bosna birleşik ordusu ile Edirne yakınlarında karşılaştı. Yapılan Sırpsındığı Savaşı'nda karşı tarafı yenilgiye uğrattı. Döneminde, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan'ı ele geçirmeyi başardı. Döneminde, Hamitoğulları Beyliği'nden para karşılığı Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir, Karaağaç, Eğirdir ve Isparta'yı; Germiyanoğulları Beyliği'nden çeyiz yoluyla Kütahya, Simav, Tavşanlı ve Emet'i aldı. Balkan ve Avrupa devletlerinin Osmanlı'nın Avrupa yönündeki ilerlemesini durdurma çabaları I. Kosova Muharebesi ile devam etti. Osmanlı, savaşın kazananı oldu. Fakat I. Murad savaşın bitmesinin ardından öldürüldü.

I. Murad'ın I. Kosova Savaşı sonrasında ölmesi üzerine Osmanlı tahtına daha sonraları Yıldırım Bayezid olarak da tanınacak olan I. Bayezid geçti. I. Bayezid, Balkanlar'ın yanı sıra Anadolu'da siyasi birlik sağlama çabasına girişti. Bu kapsamda Aydınoğulları, Germiyanoğulları, Hamitoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları beyliklerini topraklarına kattı. 1392'de Candaroğulları topraklarını ele geçirdi. Saltanatı süresince dört kez İstanbul'u abluka altına aldı. Bunlardan üçüncüsünü 1396 yılında yaptı fakat Haçlı ordusunun Niğbolu'ya kadar gelmesi üzerine ablukayı kaldırdı. Eylül 1396'da yapılan Niğbolu Savaşı'nı kazandı. Savaşın ardından İstanbul'u dördüncü kez abluka altına aldı, fakat bu ablukayı da doğuda beliren Timur tehlikesi sebebiyle kaldırdı. Çin'e sefer düzenlemek isteyen ve batısında güçlü bir devlet barındırmak istemeyen Timur, daha önceleri savaşarak yenilgiye uğrattığı Karakoyunlu ile Celayirîli hükümdarlarının Osmanlı'ya sığınmasını ve istediği şartların kabul edilmemesini ileri sürerek Osmanlı'ya savaş açtı. İki ordu, Ankara'nın Çubuk Ovası'nda karşılaştı. 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid, kendisine bağlı Türk beylerinin Timur'un tarafına geçmesinin de etkisi ile de yenilgiye uğradı; oğullarından Mustafa ve Musa ile birlikte Timur'a esir düştü. Yıldırım, 1403'te Akşehir'de öldü. Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine Musa'yı serbest bıraktı

145px-Mehmed_I_miniature.jpg
I. Mehmed, Fetret Devri'ne son verdi

I. Mehmed'in vefatı üzerine tahta II. Murad çıktı. I. Mehmed'in ölümü üzerine Bizans tarafından serbest bırakılan Mustafa, II. Murad'ın saltanatının başında Düzmece Mustafa İsyanı olarak bilinen isyanı çıkardı. Mustafa, 1422'de yakalandı ve idam edilerek isyan sonlandırıldı. Aynı yıl İstanbul'u kuşattı fakat başarılı olamadı. İki taraf da teknolojik bakımdan tamamen birbirine eşitti ve Türkler "bombardıman taşlarını almak için" barikat kurmak zorunda kalmışlardı. Yine aynı yıl kendisinin kardeşi Küçük Mustafa da tahta geçmek için isyan etti. İsyan, birkaç ay içinde bastırıldı.[58] Döneminde, Aydınoğulları, Germiyanoğulları, Menteşeoğulları ve Tekeoğulları tamamen Osmanlı egemenliği altına girdi. 1444'te Macarlar ile Edirne-Segedin Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşmaya göre, tarafların 10 yıl boyunca savaşmamaları kararlaştırıldı. Barışın hemen ardından yerini kendi isteği ile 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed'e bıraktı. Osmanlı tahtının henüz 12 yaşındaki şehzadeye kalmasını fırsat olarak değerlendiren Haçlı birliği, Edirne-Segedin Antlaşması'nı yok sayarak Osmanlı'ya savaş açtı. Kasım 1444'te gerçekleştirilen Varna Muharebesi için II. Murad tekrar ordunun başına geçti ve bu muharebeyi kazandı. Ancak, savaşın hemen ardından tekrar tahta geçmedi; ikinci kez tahta geçmesi 1446 yılında gerçekleşti. 1448'de Osmanlı'nın Balkan hâkimiyetine son vermek amacıyla kendisine saldıran Eflak ve Macaristan orduları ile II. Kosova Muharebesi'ni yaptı; muharebenin kazananı oldu. 1451 yılına gelindiğinde öldü. Vefatının üzerine tahta tekrar oğlu II. Mehmed geçti.

Yükselme (1453-1683)
Yayılma ve doruk noktası (1453-1566)

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan II. Mehmed, ilk iş olarak babasının Venedikliler, Cenevizler, Macarlar ve Sırplar ile yaptığı barış anlaşmalarını yeniledi. Ardından İstanbul'u kuşattı, 29 Mayıs 1453'te şehri fethetti ve ülkenin başkenti yaptı. Böylece Ortodoks Kilisesi'ni de himayesi altına aldı. Fetih, tarihçiler tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı sayılan olaylardan biri olarak kabul edilir. 1460'ta Mora Despotluğu'na, 1461'de Trabzon İmparatorluğu'na son verdi. Balkanlar'da Osmanlı topraklarını genişletmeye devam etti. 1468'de, Karamanoğulları Beyliği'ni ortadan kaldırdı. Karamanoğulları'nı koruyan ve Venedik'le iş birliği yapan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ı Otlukbeli Savaşı'nda yendi. Böylece devletin sınırlarını Fırat Nehri'nin batısındaki Anadolu topraklarına kadar genişletmiş oldu. Girit hariç Ege Denizi'ndeki tüm adalardaki Venedik hâkimiyetini sonlandırdı. Sadrazam Gedik Ahmed Paşa'nın Toroslar'ı ve Akdeniz kıyılarını ele geçirmesiyle Memlûklar ile sınır komşusu oldu. Yine Gedik Ahmet Paşa'nın Kırım'a yaptığı seferler ile Kefe, Sudak ve Kırım Hanlığı, Osmanlı himayesine girdi. Böylece Karadeniz'deki Ceneviz hâkimiyeti sonlandırıldı ve deniz, bir Türk gölü haline geldi. II. Mehmed, döneminde çıkardığı kanunları Fatih Kanunnamesi adıyla kitaplaştırdı. 1480'de düzenlenen Otranto Seferi sonucunda Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto, Osmanlı topraklarına katıldı. Fakat 1481'de II. Mehmed'in vefatı sonucunda sefer yarım kaldı. Osmanlı birliklerinin geri çekilmesi üzerine Otranto, Napoli Krallığı tarafından yeniden ele geçirildi.

The_Fall_of_Constantinople%2C.jpg
İstanbul'un Fethi'ni tasvir eden bir eser

II. Mehmed'in ölümü üzerine tahta, Yeniçerilerin desteğini alan II. Bayezid geçti. Fakat kardeşi Cem, kendisinin padişahlığını tanımadı: Böylece iki kardeş arasında taht mücadelesi başladı.[65] Bayezid, Cem'i yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Cem, sırasıyla Memlûkler'e, Rodos şövalyeleri'ne ve papaya sığındı. II. Bayezid, 1483'te Hersek'i, 1484'te Kili ve Akkerman'ı Osmanlı topraklarına kattı. Döneminde, Memlûklar ile yapılan savaş sonuçsuz kaldı. Cem'in 1495'te ölümünden sonra Avrupa'da seferler yapmaya devam etti. Venedikliler ile 1499-1503 yılları arasında yaptığı savaşlar sonucunda devlete Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanlarını kazandırdı; ülkeyi vergiye bağladı. 1500'lerin başında güçlenmeye başlayan Safeviler, Anadolu'da şii mezhebini yaymak için çalışmaya başladı. Bu çalışmalar sonucunda 1511'de Osmanlı'ya karşı şahkulu İsyanı çıktı. İsyan, aynı yıl şahkulu'nun yakalanıp öldürülmesi ile bastırıldı. Nisan 1512'de, baskılar sonucunda tahtı oğlu Selim'e bırakmak zorunda kaldı. Olaydan bir ay sonra ise öldü.

434px-1526_-_Battle_of_Moh%C3%A1cs.jpg
Mohaç Muharebesi'ni tasvir eden bir eser

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan I. Süleyman, saltanatının ilk yıllarında Belgrad'ı ve Rodos'u fethetti. Macaristan ile yaptığı Mohaç Muhrebesi sonucunda krallığı kendisine bağlı bir hale getirdi. Ardından 1529'da Avusturya'nın başkenti olan Viyana'yı kuşattı; ancak başarısız oldu. 1533'te Cezayir hükümdarı Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geldi ve imparatorluğun hizmetine girdi.[78] Bir sonraki yıl ise Kaptan-ı derya olarak görevlendirildi. Aynı yıl Süleyman, Bağdat ve Tebriz'i imparatorluğun topraklarına kattı. 1536'da, Fransa ile ittifak kurdu;[80] bu ittifakın bir parçası olarak yapılan Nice ve Korsika kuşatmalarını yaptı (İtalya Savaşı). I. Süleyman Batı'da Muhteşem Süleyman, doğuda Kanuni Sultan Süleyman olarak tanındı. 1565 yılında Malta'yı kuşatsa da, kuşatma başarısız oldu. Saltanatının son yıllarında, üç kıtaya yayılan imparatorluğunun topraklarında yaşayan insan sayısı 15 milyona ulaştı.

800px-OttomanEmpire1451.png
II. Mehmet'in tahta geçişinde Osmanlı İmparatorluğu

800px-OttomanEmpire1481.png
II. Mehmed'in ölümünde Osmanlı İmparatorluğu

800px-OttomanEmpire1566.png
I. Süleyman'ın ölümünde Osmanlı İmparatorluğu

800px-OttomanEmpire1590.png
Ferhat Paşa Antlaşması'yla doğuda en geniş sınırlarına ulaşan Osmanlı İmparatorluğu

Krizler ve değişim (1566-1683)

Bu dönem, Osmanlıların büyük bir güç olmaya devam ettiği, lakin eski gücünde olmadığının sinyallerini vermeye başladığı dönemdir. Yavaş yavaş Avrupalılara karşı prestij kaybı yaşadı. 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Antlaşması, bunun bir göstergesidir. Değişen ticaret yolları ve gelişen Avrupa teknolojisi, Osmanlıların Avrupalılar karşısında güç kaybetmesine neden olmuştur.

Portekizlilerin Doğu Afrika ve Hindistan'da ticaret kolonileri kurmasından sonra, Osmanlılar bunun bitirilmesi gerektiğini düşündü. Doğu Afrika'ya yapılan seferlerdeki kısmî başarılara rağmen, Hindistan'a yapılan seferler başarılı olamadı.

Bu dönemde yapılan savaşlar, Avrupalılar'a Osmanlı'nın "yenilemez" olmadığını göstermiştir. Her ne kadar İnebahtı Deniz Muharebesi'nden sonra çabucak toparlanılmış olsa da, Avrupalılar Osmanlı'nın yenilebileceğini anlamıştır. Ruslara yapılan seferler istenen etkiyi yapamadı. Hatta Molodi Savaşı'ndan sonra, Ruslar güçlenmelerini hızlandırarak sürdürmüşlerdir. Bu yüzden Duraklama Dönemi'nden itibaren Ruslar, Osmanlılar dağılana kadar, Osmanlıların en büyük düşmanı olacaktır. 1593 yılındaki savaş, Osmanlı'yı hem ekonomik hem de askerî açıdan zayıflattı. Asker eksikliği giderilse de, ekonomik zayıflık Celali ve Yeniçeri İsyanları'na neden oldu. Nüfusun büyüklüğü, ekonomik sorunları daha da büyüttü. IV. Murad döneminde daha çok Safevilerle uğraşıldı. Erivan ve Bağdat tekrar alındı (Osmanlı-Safevi Savaşı). Bu savaş sonunda imzalanan Kasr-ı şirin Antlaşması ile, Osmanlı'nın dağılıncaya kadarki doğu sınırı büyük ölçüde belirlenmiş oldu.

Bu dönemde, Osmanlı tarihinde ilk defa yeniçerilerin kaldırılması gündeme geldi. Ancak bunu düşünen Genç Osman, yeniçeriler tarafından öldürüldü. 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasıyla, Kadınlar saltanatı sona erdi. Bu değişim, Köprülüler Devri'ni başlattı. Bu devirde, Osmanlı kaybettiği gücünü az da olsa geri kazanmıştır. 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'yla beraber, Kutsal İttifak Savaşları başladı.

Ayanlar çağı: duraklama ve reform (1683-1827)
Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına neden olmuştur. Özellikle Yeniçeriler artık padişaha karşı gelmekteydi. Yeniçerilerdeki Ocak, devlet içindir anlayışı Devlet, ocak içindir anlayışına dönüşmüştür.

800px-Vienna_Battle_1683.jpg

II. Viyana Kuşatması'nı (1683) tasvir eden bir eser
Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşişi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini yıpratmıştır.

26 Ocak 1699 tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı-Kutsal ittifak Savaşları'nı bitirdi. Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlamıştır. Papa tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Rusya, Maltalı Sen Jean şövalyeleri ve Venediklilerden oluşan bir ittifak ile uzun süren savaşlar sonunda yorgun düşen Osmanlı Devleti, Banat ve Temeşvar hariç bütün Macaristan'ı ve Erdel Prensliği'ni Avusturya'ya, Ukrayna'nın kuzeyini ve Podolya'yı Lehistan'a, Mora'yı ve Dalmaçya kıyılarını Venediklilere bırakmıştır.

Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. Osmanlı'da ilmiyenin bozulması da Osmanlı'yı geriletti. Avrupa'daki gelişmelerin (Reform, Rönesans) takip edilmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur.

Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denen sistemin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu sisteme göre müderrislerin yeni doğan çocukları doğduğu andan itibaren medrese öğretmeni sayılıyordu.

Gerileme ve modernleşme hareketleri (1828-1908)

Konstantin_Kapidagli_002.jpg

Sultan III. Selim
Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşması'na kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemin sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'ne Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" denmeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti, büyük oranda toprak kayıpları yaşamıştır.

Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları’yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik, kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.

Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır.

Bu yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa'da tutunmayı ve eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağını anlayınca elindeki toprakları koruma politikası izlemeye başlamıştır.

  • Lale Devri
  • 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı
  • Küçük Kaynarca Antlaşması
  • Nizam-ı Cedid

Dağılma (1908-1922)


800px-Peace-conference-memoranda-respecting-syria-arabia-palestine5.jpg
Osmanlı topraklarının paylaşımını öngören mutabakat

Ottoman_delegation.jpg
Sevr imzacıları Rıza Tevfik, Reşat Halis ve Mehmed Hâdî
Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını uzun süre korumuştur. Dağılmayı önlemek için Osmanlı devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış ise de, Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda da dağılmaktan kurtulamamıştır.

  • Sırp İsyanları
  • 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması (1812)
  • Yunan İsyanı
  • 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması (1829)
  • Mehmet Ali Paşa İsyanı
  • Tanzimat Fermanı (1839)
  • Kırım Savaşı (1853-1856)
  • 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı). Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması (1878)
  • Dömeke Savaşı (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı)
  • Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
  • Balkan Savaşları (1912-1913)
  • I. Dünya Savaşı (1914-1918)
  • I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı cepheleri
  • Sevr Antlaşması (1920)
  • Saltanatın kaldırılması (1922)
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Devlet yapısı

Devlet yapısı

190px-Sultans_of_the_Ottoman_Dynasty.jpg
I. Osman'dan V. Mehmed'e Osmanlı İmparatorluğu padişahları montajı

Osmanlı İmparatorluğu varolduğundan beri mutlak monarşi ile yönetilirdi. Sultan hiyerarşik Osmanlı sisteminde ve siyasi, askeri, hukuki, sosyal ve çeşitli başlıklarda en üstteydi. Teorik olarak sadece Allah'a ve yerine getirmesi gereken "Allah’ın yasaları"na (İslam’daki şeriat) karşı sorumluydu. Onun ilahi görevi İran-İslam başlıklarına yansıtılan "Allah’ın yeryüzündeki gölgesi" (zill Allah fi’l-âlem) ve "yeryüzünün halifesi" (halife-i ru-yi zemin) olmaktı. Tüm devlet dairesi onun hükmündeydi ve verdiği her karar ferman adı verilen kararnamede yayımlanırdı. Başkomutandı ve tüm yurttaki resmi unvanıydı. 1453'te İstanbul’un Fethi’nden sonra kendilerini Roma İmparatorluğu’nun vârisi olarak görürlerdi. Bu nedenle ara sıra Kayser ve İmparator unvanını kullanırlardı. 1517’de Mısır’ın Fethi’nden sonra I. Selim, halife unvanını da benimsedi. Böylece evrensel Müslüman hükümdarı olduğunu iddia etti. Yakın zamanlarda Osmanlı hükümdarları tahta çıkmada Avrupa hükümdarlarının taç giyme törenine eşdeğer olarak Osman’ın Kılıcı ile kuşatılırdı. Kuşatılmayan sultanın çocukları verasete uygun değildi.

Teoride ve ilkelerde teokratik ve salt olmasına rağmen, uygulamada padişahın yetkileri sınırlıydı. Siyasi kararlarda hanedanın önemli üyelerinin görüş ve tutumlarını dikkate alırdı, bürokratik ve askeri kuruluşlarda aynı zamanda dini liderlerdi. 17. yüzyıldan bu yana, imparatorluk uzun süren durgunluk dönemine girdi, bu dönemde sultanlar çok güçsüzleştiler. Birçoğu güçlü Yeniçeri Ocağı tarafından tahttan indirildi. Tahta geçmesi yasaklı olmasına rağmen Harem -özellikle hükümdarın annesi (valide sultan olarak da bilinir)- sahne arkası önemli politik rollerde kadınlar saltanatı dönemi boyunca etkili oldu.

Sultanların azalan güçleri ilk sultanların ve sonrakilerin saltanat uzunluklarının farklılığından dolayı kanıtlandı. I. Süleyman, imparatorluğu 16. yüzyılda doruk noktasına çıkaran, 46 yıllık saltanatı olan, Osmanlı tarihinin en uzunuydu. V. Murat, 19. yüzyıl gerileme dönemine hükmeden, kayıtlardaki en kısa saltanattı: saltanatı sadece 93 gün sürdü. Parlamenter monarşi, V. Murat'ın vârisi II. Abdülhamit zamanında resmileşti.


Divan-ı Humayun
Osmanlı Devleti kurulduğunda bir divan vardı ve belli başlı üyeleri bulunmaktaydı. Bunlar: Padişah, Vezir-i Azam, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, Defterdar, şeyhülislam, Kaptan-ı derya ve Nişancıydı.

Fatih Sultan Mehmet'ten sonra Vezir-i Azamların görüşlerini daha rahat söylemesi için padişahlar toplantıları arka tarafta bir bölümden izlemiş, divana Vezir-i Azam başkanlık yapmıştır. Bu meclis Osmanlı Devleti'nin yönetiminde Padişaha yardımcı olurdu.

Vezir-i Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü taşırdı.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı.
Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı görevini yaparlardı.
Defterdar: Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü.
Nişancı: Tapu, kadastro, fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü.
şeyhülislam: Devletteyken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi. şeyhülislam, divan aslî üyesi değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri alınırdı.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı. Kaptan-ı Derya da aslî üye değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri sorulurdu.

Divan-ı Hümayun II. Mahmud döneminde kaldırılarak yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kuruldu.

İdari bölümler

220px-Territorial_Evolution_of_the_Ottoman_Empire_1299-1922.gif
Devletin elde ettiği toprak kazanımları ve kaybettiği toprakların yıllara göre gösterildiği hareketli harita.

Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk idari birimler olarak sancaklara bölünmüştü. Çoğu sancak, sancak beyi tarafından yönetilmekteydi. Bir kısmı ise şehzadeler ve onların lalaları tarafından yönetilmekteydi. Sancaklar da kazalardan ve nahiyelerden oluşmaktaydı. Ülkenin genişlemesiyle, sancakların birleşimiyle oluşacak olan beylerbeyliği kuruldu. İlk kurulan beylerbeyliği, Rumeli Beylerbeyliği'dir. 16. yüzyıldan itibaren, beylerbeyliği kelimesi yerine eyalet kelimesi kullanılmaya başlandı. Eyaletler sâlyâneli (yıllıklı) ve sâlyânesiz (yıllıksız) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Sâlyânesiz eyaletler Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üç dirlik arazisine bölünmüştü. Tımar dirliğinde, ordunun uzun süre ordusunun ana gücü olan Tımarlı Sipahiler yetiştirilmişti. Sâlyâneli eyaletler, genellikle devletin doğrudan kontrol edemediği, merkeze uzak eyaletlerdi. Bu eyaletler dirliğe ayrılmazdı; vergilerini doğrudan para olarak merkeze gönderirlerdi. Burada daimi Yeniçeri garnizonları olurdu.

19. yüzyılda eyalet yapısı değişmeye başladı. 1864 yılında eyalet sistemi tamamıyla yıkılarak yerine vilayet sistemi getirildi. Bu sistem, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki idari bölünüşün temelini attı.


Hukuk
Devlet, varlığı süresince birçok hukuk düzenini sentezlemiş ve Osmanlı hukukunu oluşturmuştur. Kanun, genellikle laik bir düzene sahiptir. Ancak şer'i, dini hukukla da uyumluydu.[94] Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki birçok unsurun adalet anlayışına cevap veriliyordu.[95] Beşeri ve Örfi hukuk olmak üzere iki tür hukuk vardır. Beşeri hukuk kanunlar çerçevesinde oluşan hukuk sistemidir. Örfi hukuk ise İslam dininin esasları üzerine kuruluydu.

Ordu

220px-Ottoman_armour_1480-1500.jpg
Osmanlı zırhı (1480-1500)
Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.

Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.

Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yayaâ€?, süvarileri ise "müsellemâ€? şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.

Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.

Kara kuvvetleri

Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca üç ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri ve Akıncılardır.

Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin daimi ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu.

Eyalet Askerleri, devletin Tımar'a ayrılmış bölgelerinde yetişmiş askerlerdi. Kapıkulu Askerleri gibi barış zamanında da askerlik yapmazlardı. Sadece savaş sırasında askerlik yaparlardı.

Donanma

Osmanlı imparatorluğu'nun deniz kuvvetleri olan Donanma-yı Hümâyûn, XIV. yüzyılda kuruldu. Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Karamürsel Bey komutasında ilk donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı. 1327 yılında Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları başladı. Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı), Karamürsel Bey oldu. 1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan Rumeli'ye geçişin önü açıldı. Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak da İstanbul oldu.


235px-Battle_of_Lepanto_1571.jpg
İnebahtı Deniz Savaşı'nı tasvir eden bir eser
İstanbul'un fethinde II. Mehmed, donanmadan yararlandı. Karadeniz'de ve Akdeniz'de etkisi artan Osmanlı donanması, Mısır seferinde Osmanlı kuvvetlerine lojistik destek sağladı. 1538 yılında Preveze Deniz Muharebesi kazanıldı. Bundan sonra Cerbe Deniz Muharebesi de kazanıldı, Malta kuşatıldı ancak bir şey elde edilemedi. Osmanlı donanmasını büyütmek için birçok tersane kuruldu, ihtiyaç duyulan malzemeler Kocaeli'den, Biga'dan, Samsun'dan, Kastamonu'dan ve Aydın'dan getiriliyordu. Kaptan-ı Deryalara gelenek olarak Cezayir beylerbeyliği verilirdi. Tersane-i Amire'nin bulunduğu Kasımpaşa'nın inzibat sorumlusu donanmaydı. Gelibolu, Akdeniz adaları ve İzmir'in bazı yerleri Osmanlı kaptanlarına dirlik olarak verilirdi.

16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda Portekiz Krallığı'na karşı Hadım Süleyman Paşa ve Piri Reis komutasında seferler düzenlendiyse de, Portekiz donanması üstün geldi ve Piri Reis idam edildi. İnebahtı Savaşı'ndan sonra ağır kayıplar veren Osmanlı donanması, kayıplarını telafi etmeyi başardı. Osmanlı İmparatorluğu, duraklama döneminden itibaren deniz ticaretinde Avrupalı devletlerden geri kaldı. XVIII. Yüzyılda Mezomorto Hüseyin Paşa'nın girişimleri ile donanmada reform yapıldı. Fakat denizlerde ciddi bir üstünlük sağlanamadı. 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın Kaptan-ı derya olmasıyla Bahriye Mektebi açıldı, burada modern eğitim verilmeye başlandı ve 1776 yılında Tersane-i Amire'nin yakınlarında ikinci Bahriye Mektebi olarak Hendesehane-i Bahri açıldı. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Fransa'nın Mısır Seferi'nde İngiliz donanmasından yardım aldı. Bundan sonra III. Selim'in reformlarını devam ettiren II. Mahmut devrinde donanma, 1827 yılında Navarin'de imha edildi. II. Mahmut döneminde Amerikalı mühendislerin yardımlarıyla reformlar devam etti, Osmanlı tersanelerine modern deniz sanayi girdi ve dönemin en büyük savaş gemisi unvanını elinde tutan Mahmudiye de o dönemde denize indirildi. II. Mahmut'un ölümünden sonra bu mühendisler İstanbul'u terk etmek zorunda bırakıldı, tahta çıkan Abdülmecit döneminde, 1840 yılında Bahriye meclisi kuruldu ve modern donanma çalışmaları devam etti. İlk denizcilik şirketi şirket-i Hayriye de bu dönemde kurulmuştu. Abdülaziz döneminde ise, 1867 yılında Bahriye Nazırlığı kuruldu. Abdülaziz döneminde devam eden reformlar ile yabancı ülkelerden çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı. 1878'den itibaren II. Abdülhamit'in güvensizliği sonucu donanma, Haliç'te terk edildi ve denize açılmadı. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Osmanlı donanması kendini gösteremedi, 1909 yılında Donanma Cemiyeti'nin çabaları ile modern donanma çalışmaları halkın bağışlarıyla devam etti. Bu cemiyetin çabaları ile çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı, Alman subaylardan oluşan bir heyet ile reform çalışmaları canlandı. Trablusgarp Savaşı'nda ve Balkan Savaşları'nda Osmanlı donanması etkinlik gösterdi, fakat I. Dünya Savaşı'nda Ege Denizi'nde sınırlı faaliyet göstermek zorunda kaldı, Çanakkale Deniz Savaşları'nda başarılı oldu. Donanma, I. Dünya Savaşı'nın ardından, Marmara Denizi'nde İtilaf kuvvetlerinin kontrolü altına girdi.

Hava kuvvetleri
220px-Assembly_of_Ottoman_airplane.jpg

I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı uçağı imalatı
Harbiye Nazırı Mahmut şevket Paşa tarafından 1909'da ilk adım atılan Osmanlı askerî havacılığı, resmi olarak 1 Haziran 1911 tarihinde Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransa’dan satın alınan biri 25, biri de 50 beygirlik iki uçak oluşturmuştur.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Toplum yapısı

Toplum yapısı

Toplum asker ve reaya olmak üzere iki farklı tabakadan oluşmaktaydı. Asker dışındaki halk, "reaya", devlete vergi ödemekteydi. Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla ayrılmıştı. Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmi görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı. Halk ise müslüman ve müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu. Gayri müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkânı vardı.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Ekonomi

Ekonomi

180px-OTTOMAN_EMPIRE_Banknotes%2C_20_Kurush_ND%281852%29.jpg

20 kuruş banknot (1852)
Son padişaha kadar bütün Osmanlı paralarının üzerinde Kostantiniye ibaresi kullanılmıştır. Türk Kurtuluş Savaşı'nda Yunanların bunu ilk Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin yerine Yunan Kralı I. Konstantin'i kastederek kullanmaları üzerine kullanılmasından vazgeçilmiştir.

Osmanlı'da merkezi otoritenin her yerde etkin olmasını sağlayan, devlet hazinesinden para harcanmadan asker yetiştirilen ve toprağın işlenmesini de sağlarken en uç beylere kadar güvenliği taşıyabilen bir sistem vardı. Buna Tımar sistemi deniyordu. Reayaya verilen toprakları 3 yıl bekletmeksizin işlemesi ve kazancından bir kısmıyla da tımarlı sipahileri yetiştirmesi gerekiyordu. Böylece devlet hazinesi de azalmıyor, üstüne üstlük her an savaşa hazır asker yetişmiş oluyordu.[kaynak belirtilmeli]

Osmanlı'daki bir başka yapı da taşraydı. Başkent dışındaki her yer taşra olarak isimlendiriliyordu
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Demografi

Demografi

Osmanlı Devleti'nin 600 yıllık varlığının çoğunda toplam vatandaş sayısı kesin verilere dayanmamıştır. 1881'deki sayıma kadar nüfus bilgileri vergi mükelleflerinin genel nüfusa oranlanmasıyla belirlenmekteydi. Vergiden hariç bir yöntem de hanelerin sayılmasıydı. Her evde 5 hane halkının bulunmasına dayalı bir varsayım yapılabilmekteydi. Varsayımlara dayalı nüfus tahminlerine göre: 1520'de Osmanlı İmparatorluğu'nda 11.692.480 kişi yaşamaktaydı. 1683'te 30.000.000, 1856'da 35.350.000 nüfus olduğu düşünülmektedir. İlk resmi sayım 1881-1893 arasında 10 yıl süren bir çalışmayla yapılmıştır. İlk defa bu sayım: vergi, askerlik ya da herhangi bir amaçla değil; demografik bilgi elde etmek için yapılmıştır. Nüfus: Müslüman, Yunan (Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular, Çingeneler gibi etnik, dini ve cinsel kategorilerde belirlenmiştir. Bu sayımda 17,388,604 olan nüfus, 1919 sayımında 14,629,000 kişi olarak belirlenmiştir.

Dil
Devletin resmi dili Türkçedir. Uluslararası yazışmalar Türkçedir. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve bölgenin yerel dili resmi işlerde yürürlükte olan dildir. Bu diller Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Hırvatça, Kürtçe, Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça ve birçok yerel dildir. Merkezi ilgilendiren konularda Türkçe, yereli ilgilendiren konularda yerel dil kullanılmıştır.

Bilim dili olarak Türkçe ve Arapça, edebiyat dili olarak ise Türkçe ve Farsça kullanılmıştır.

Din


İslam

Hilafet veya halifelik, Muhammed'in ölümünün ardından "sonra gelen, yerine geçen, ardından gelen" anlamında oluşturulan yönetim makamıdır. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. Muhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam devletini vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.

Halifelik daha çok Müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği şiîlikteki ya da Alevilikteki İmamet'ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa ümmetin biatı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.

Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ileri gelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin kurulmasıyla halifeliğin vârisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır.

Musevilik ve Hristiyanlık
İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde Batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.

Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu.

Misyonerlik faaliyetleri

1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerinin bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.

Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Ulaşım ve haberleşme

Ulaşım ve haberleşme

Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılan topraklarında ulaşım ve haberleşmeye azami önemi vermek zorundaydı. İmparatorluk topraklarının güneyi çöller, merkezi dağlar, batısı ve doğusu da düşman saldırılar ile tehdit edilmekteydi. Çevresindeki devletlere nazaran coğrafyası ulaşım ve haberleşme açısından en zor devlet Osmanlı idi. Bu geniş coğrafyada ulaşım hizmetlerinin aksamaması için lonca teşkilatı ve kati kurallar oluşturulmuştu. Makineleşmeye kadar imparatorluk topraklarındaki ulaşım ve haberleşme devletin sakındığı bir konu idi. demiryolu ve telgraf ile coğrafi koşullar bir nebze hafifletilmiş ve merkezi idare güçlenmiştir.

220px-Booklet_of_postcards_Societe_Cooperative_Vigneronne_des_Grandes_Caves_Richon-le-Zion_et_Zicron-Jacob%2C_Palestine%2C_ca.1900_%28CHS-47571~25%29.jpg

Filistin'de taşımacılar, 1900

Ulaşım

220px-Carline%2C_Sydney_W_-_The_Destruction_of_the_Turkish_Transport_in_the_Gorge_of_the_Wadi_Fara%2C_Palestine_-_Google_Art_Project.jpg

Filistin'deki Türk katarının yok edilmesi,Carline, Sydney, 1920

Ulaşım aracı sanayi emperyalizmine kadar deve ve yelkenli gemidir. Ulaşım teknolojisinin ilkelliği nedeniyle büyük şehirler 19. yüzyıl ortalarına kadar zaruri maddelerin temininde de*vamlı sıkıntı çektiler. Bu konuda değişmeler tarımda, ulaşımda başlayan yavaş çağdaşlaşma ile paralel gitti. Gelişmiş taşıma araçları(araba gibi) kullanılmadığından inşaatta da hafif ve niteliksiz gereçler kullanılmıştır. 16. yüzyılda İstanbul'a gelen Alman seyyah Schweigger: "Evleri ağaç ve kerpiçtendir. Buna rağmen bizdeki bina*lar kadar pahalıya mal oluyor." demiştir. Osmanlı coğrafyasının genişliği ve bakım için gerekli emtianın sağlanamaması atlı ulaşımdansa, devenin tercih edilmesine neden olmuştur. 19. yüzyıla dek de ulaşım ve haberleşme organik güce dayanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda yollar sağ kol, orta kol ve sol kol olmak üzere üç ana koldan meydana gelmekteydi:

Anadolu sağ kolu: İstanbul, Eskişehir, Akşehir, Konya, Antakya şehirlerinden Halep'e ulaşılmaktaydı. Bunun yanında Antakya'dan itibaren ayrılan bir yol ile şam üzerinden Mısır'a gidebilmek mümkündü. Bu güzergâh üzerinden hac yolu olarak bilenen Mekke ve Medine'ye de gidilmekteydi.

Orta kol: Üsküdar, Gebze, İznik, Sapanca, Geyve, Hendek, Ayaş, Düzce, Bolu, Hacı Hamza, Merzifon, Amasya, Turhal, Sivas, Hasan Çelebi, Malatya, Harput ve Diyarbakır güzergâhı takip edilirdi.

Rumeli sağ kolu: Vize, Kırklareli, Aydos, Prevadi, Karasu, Babadağ, İsakçı, Akkirman takip edilerek Karadeniz'in kuzey kıyıları üzerinden Özi ve Kırım'a uzanırdı.[2]

Orta kol:
İstanbul, Silivri, Çorlu, Edirne, Filibe, Sofya, Niş ve Yagodina üzerinden Belgrad'a giderdi.

Sol kol: İstanbul, Silivri, Tekirdağ, Gelibolu, Malkara, Keşan, Ferecik, Dimetoka, Gümülcine, Pravişte, Lanzaka, Selanik, Yenişehir, Çatalca, İzdin, Livadya ve İstefe'ye gitmekteydi.

Demiryolu

220px-Map_of_Al_Hijaz_Train_Lines.png

20. yüzyılda yapılan Hicaz Demiryolu

Demiryolu, idarenin umut bağladığı, fakat mali kriz yaratan ve dış borçlanmayı arttıran bir araç oldu. Muhtelif ulusların şirketleri tarafından döşendiklerinden, demiryolu hatları Anadolu kıtasında birbirlerini tamamlayan bir ağ meydana getiremediler ve daha döşendiklerinden itibaren gerileyen bir teknoloji ile kurulan bu demiryolu ağı asrımıza bir problem olarak devredildi. Demiryolları, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde bir yandan zirai hasılayı arttıran, Anadolu kıtasına muhacirlerin iskanını kolaylaştıran ve asayişin kurulmasına yardımcı olan bir araçtır.

Haberleşme

220px-Liannos-Local-Ottoman-Post.JPG

Osmanlı pulları

220px-Istiklal-1895.jpg

Bir kartpostal, 1895

İslâm devletlerinde istihbarat ve posta işleri "Berîd" teşkilatına bağlıydı. Osmanlı'da menzil teşkilatına dönüşen bu örgüt ulak ya da tatar adı verilen memurlara sahipti. Çok geniş topraklara sahip olan Osmanlı Devleti’nde posta teşkilatı başlıca sorunlardan olmuştur. Mısır’dan getirtilen posta güvercinleri çözüm üretemeyince bir tatar haberleşme örgütü kurulmuştur. Tatarlarının görevi, devletle ordu arasındaki haberleşmeyi sağlamaktır. Bu teşkilat II. Mahmud döneminde (1574-1595) kaldırılarak yerine menzil teşkilatı kurulmuştur. I.Abdülhamit döneminde ise tatarlar bir disipline bağlanarak Tatarân ocağı oluşturulmuştur. Posta tatarlarıyla haberleşme 1840 yılına kadar sürmüş ve sivil postacılığa kadar Osmanlı'da haberleşmenin ana ögesi olmuştur. Gürbüz Azak adlı Tatarlar adlı eserinde şöyle anlatır: Bir tatar, Üsküdar’dan Bağdat’a on iki, Bağdat’tan Üsküdar’a on iki günde varıp dönmek zorundadır. Asla hiçbir tatarın on üçüncü günü yoktur... Özel bir giysi ve kendilerine has bir kalpak giyerler. Tatar giysisini başkalarının giymesi yasaktır. Her otuz iki kilometrede bir menzilhane kurulmuştur. Menzilhane, doludizgin ferman taşıyan tatarın durup dinlendiği, karnını doyurduğu, temizlenip üst baş değiştiği ve at değiştirdiği yerlerdir.

Sarayda padişahların buyruklarını tebliğ için peyk adı verilen görevliler bulunurdu. Peykler ile birlikte haberleşme görevlilerine sai, ulak, tatar, çapar, berid adları da verilmiştir.II.Mahmud dönemine kadar düzenli bir posta sistemi yoktu. II.Mahmut ve oğlu Abdülmecid ilk örgütlenmeleri başlattılar. İlk Posta Teşkilatı 23 Ekim 1840 tarihinde Abdülmecid tarafından Nezaret isminde kurulmuştur. 1840-1842 yılları arasında ilk Posta Nazırlığını Ahmet şükrü Bey yürütmüştür. Posta Nezareti kurulduktan önemli merkezlerde postaneler açılmıştır. İlk postane İstanbul’da Yeni Cami avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmıştır. 16 Kasım 1840 tarihinde de I.Posta Kanunu ilan edilmiştir. 1863 yılından sonra gönderilen postalarda posta pulu kullanılmaya başlanmıştır. İlk pullar Londra'da bastırılmıştır. Posta hizmetleri için Avusturya, Fransa, Rusya, Almanya ve İngiltere gibi yabancı devletlere imtiyazlar verilmiş, değişik kentlerde 72 adet postane açılmıştır.

Haberleşme ve posta örgütü, daha sonra telgraf döşenen yerler hariç at, deve; dağlık yerlerde de yaya ulaklar kullanıyordu. Ulaşım ve haberleşmede devrim niteliğindeki iki gelişme: Telgraf ve demiryolu merkezi idareyi de güçlendirdi. Özellikle telgraf Avrupa devletlerine paralel bir gelişme göstermiş, telgraf ve posta personeli iyi yetiştirilmiştir. 1847 yılında Sultan Abdülmecit telgrafın Osmanlı'da ilk tecrübesini görünce aygıtı icat eden Samuel Morse’a bir madalya göndererek, onu başarısından dolayı kutlamıştır. 1865 yılında telgraf iletişimi ile ilgili olarak kurulmuş olan Uluslararası Telekomünikasyon'a katılınmış, 1876 yılında da uluslararası posta taşımacılığına geçilmiştir. İki yıl sonra da (UPU) Uluslararası Posta Birliği adlı örgütün kurucularından olunmuştur. Telsiz telgraf 1906'da, manuel telefon da 1909'da kullanılmaya başlandı. Haberleşme imkanları Osmanlı İmparatorluğu'nun ve sonra da Cumhuriyetin ülke üzerindeki süratli kontrolünü, sağlayan müesseselerin başında gelir.
 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Eğitim

Eğitim

Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim. İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese, Osmanlılar dönemininde de eğitimin temeli olmuş, Osmanlı İmparatorluğu'na uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği sebebiyle sadece müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir. İmparatorluk sınırlarındaki Müslümanların eğitimi ulema adı verilen dindar zümre tarafından İslam dininin hükümlerine göre denetlenmekteydi. II. Mahmut dönemine kadar İslami teşkilatlanma yürütülmüştür. Bu dönemde batı tarzı kurumlar oluşturulmadan önce, memur yetiştirmek amacıyla Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla Sıbyan Mektepleri ve Medreseler kurulmuş idi. İlk medrese 1331'de kurulan İznik Orhaniyesi'dir.

Klasik Dönemde eğitim teşkilatının yapısı
Klasik dönemde, eğitim işlerine bakan ulema sınıfının başında şeyhülislâm bulunuyordu. Fatih Kanunnamesinde, "şeyhülislâmın ulemânın reisi olduğu" söylenmiştir. Meşihat makamı şeyhülislam o dönem eğitim unsurları olan medrese ve sıbyan mekteplerinden sorumluydu. 16. yüzyılın başlarından itibaren şeyhülislâmlık içinde Ders Vekâleti denen bir daire kurulmuş ve sorumluluk paylaşılmıştır. Taşrada ise, müftüler eğitim teşkilatının sorumlusu olmuşlardır. Klasik dönemde orta ve yüksek derecedeki eğitim şeyhülislâmlığa bağlı kalmıştı. Medreselerde görev yapan müderrislerin tayinlerinden 1574’e kadar tamamen sadrazam ve kazasker sorumluyken, daha sonra yevmiyesi kırk akçadan yukarı olan müderrisliklerin ve yüz elli akçayı aşan mevleviyet kadılarının tayinine şeyhülislamlar bakmıştır. Bu görevin zor olacağını söyleyen şeyhülislâm Ebussu‘ûd Efendi, Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’ya iş yükünün arttığını ifade etmişti.

Teşkilatın Dönüşümü

200px-A_Turkish_or_Arabian_School.jpg

Bir Türk ya da Arap Okulu, Rev J. Goldsmith, 1811

200px-SA_2940-Een_Turkse_school-%22Eene_Turksche_school%22.jpg

Bir Türk Okulu, Amsterdam Müzesi, Hollanda, 1846

II. Mehmet tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye müsait ilimleri öğretmiştir. II. Mehmet bilim ve eğitim sisteminin önemli bir kurucusudur. Maveraünnehir ulemasından olan, Uzun Hasan'ın elçi olarak göndermiş bulunduğu Ali Kuşçu'yu ilmine olan sevgisi yüzünden İstanbul'da ikamet etmesi için ikna etmiştir. İstanbul'da Fatih Camisi etrafında yaptırdığı "Medreset ül Aliye"( olarak da anılan Sahn-ı Seman zamanının yegane üniversitesi konumundadır. Bu medrese sekiz bölümden meydana gelmiştir.Bunların lise muadili olan idadi dersleri, tamamlama kısımları, hazırlık medreseleri de bulunmaktadır. Okuyup yazan bir talebe önce iptida-i hariç denilen medreselerde okur. Buradan sonra da, Musule adı verilen tetimme yani tamamlama medreselerine yükselirdi. Artık buradan sonra Darülfünun yani üniversite talebesi olmaya hak kazanırdı.

Daha sonra Sultan Kanuni Süleyman, Süleymaniye medreselerini yaptırdı. Bu medreselerde; hadis, tıp, riyaziye ve tabii ilimler mütehassısları yetiştirildi. İlahiyat, hikmet, fıkıh, hadis ve edebi-yat-ı arabiye, Fatih tamamlama bölümünde okutulur, bunların içinden şehadetname yani diploma alanlar mülazım adı ile unvan sahibi olurlardı. Bu mülazım rütbesi alanların istidad sahibi olanları müderris olabilirdi.

II. Mehmet'in yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı eğitim sisteminin II. Mahmut'a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerine İslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır. Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür. II. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye'yi kurarak askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.

Dini müfredattan ayrı eğitim ilk olarak: deniz mühendisliği (1773), askeri mühendislik (1793), tıp (1827), ve askeri bilimler (1834) alanlarında yapılmıştır. Orduya uzman personel yetiştirmek amacıyla batılı tarzda eğitim yapılmaya çalışılmıştır. Diplomatlar ve yöneticiler için de benzer kurumlar oluşturulmuştur. Tercüme Odası(1833) ve Mekteb-i Mülkiye(1859) bunlara örnektir. Medresetü'l-Kuzat (Mekteb-i Nüvvab) gibi karma programlı hukuk okulları bu dönemin öncü atılımlarındandır. 1846'da ilk kapsamlı eğitim planı oluşturulmuştur. İlk, orta ve yüksek düzeyde eğitim için bütüncül bir düzen tasarlanmıştır. 1869'da daha büyük bir plan hazırlanmış ve ücretsiz eğitimi hedef edinmiştir. İki tasarı da mali yetersizlikler nedeniyle uygulamaya konamamıştır.

19. yüzyılda Osmanlı eğitimi medrese, laik askerî ve mülkî okullar ve gayrimüslim milletlerin özel okulları ile kapitülasyonla kurulan yabancı okullar olmak üzere üçe tabana ayrılmaktaydı. 19. yüzyıl eğitim sistemi medresenin aleyhine laik okulların kuvvetlendiği bir yapıya sahipti. Medreseler yetersiz kalıyordu. Ayrıca aralarında sınıf farkı vardı. Talebesi Arapça bilmeyen, basit bir Türkçe yazımından aciz medreseler de vardı; Arapça, Farsça, matematik, astronomi eğitimi veren de vardı. Cevdet Paşa'nın Maruzat adlı biyografik eseri medreselerin durumu hakkında bilgi verir.

Tanzimat devrinde laik eğitim iptidaiden Rüşdiye'ye dek örgütlendi. Bir müddet sonra inas(kız) rüşdiyeleri de açılınca, Türk toplum hayatına kadın çalışanlar girdi. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi, hepsi ayrı tüzel kişiliği olan yüksek okullar kalarak üniversite çatısı altında birleştirilmediler. Bunlar yatılı ve burslu okullardı. Felsefe bu dönemde eğitim sistemine giriyor. Yüksek okul öğrencisi epistemoloji bahislerini ve medreseden kalan mantık bilgisini ediniyor ancak Rıza Tevfik gibi filozoflar dahi orijinal metninden Kant gibi kaynakları okuyamıyordu. Filolog ve tarihçi eksikliği bu dönem kaynaklarının yavan kalmasına neden olmuştur. İlber Ortaylı'ya göre son dönem Osmanlı laik eğitiminin başarısı, gerekli teknisyenleri yetiştirmek olmuştur. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi gibi okullar 150 yıla ulaşan mazisi ile bir gelenek oluşturmuş ve Türkiye'nin teknisyen (mühendis, tabip, veteriner hekim vs.) yetiştirme konusunda üstünlüğüne temel olmuştur.

Gayrimüslim milletlerinin vakıf okullarında Tanzimat'tan itibaren Türkçe bulunmaktaydı. Ancak Türkçe eğitimine azınlıklar tarafından önem verilmemişti. Ermeni eğitim kurumları bu dönemin en köklü ve sağlam eğitim verenleriydi. 19. yüzyılda Ermeniler Osmanlı muhiti içinde en oturaklı simaları yetiştirdi. Mora İsyanı'ndan beri Fenerli Rumların terk ettiği hükûmet görevleri ve Tercüme Odası da Ermeni aydınlarla doldu. 19. yüzyılda çoğalan Amerikan eğitim kurumları daha çok Doğu Anadolu, Suriye ve Filistin'de 400'ü aşkın okul, atölye ve yetimhaneye sahipti. Osmanlı'da Amerikan okulları diğer tüm yabancı okullardan daha başarılıydı. Bu okullar, sanıldığının aksine Hristiyanlık propagandası yapmıyor, yerli halktan Amerikalı yetiştiriyordu. Museviler ise diğer cemaatlere göre eğitimde daha geriydi. 19. yüzyılda Fransa Yahudilerinin teşkil ettiği ve Osmanlı Musevisi banker Kamondo'nun desteklediği Alliance Israelite Universelle gibi mektepleriyle bir eğitim Rönesansı yaşadı. O güne kadar konuştukları Kastilyan İspanyolcalarını Fransızca-Türkçe karma eğitimle değiştirdiler.

19. yüzyılda Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve sonradan kurulacak Darülfünun'a öğrenci yetiştirilmiştir. Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez isim ve yer değiştirmiş, ilgi ve imkân eksikliği nedeniyle amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933'te İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.


şehzadelerin Eğitimi
Padişahların çocukları hükümdar adayı olduklarından, on beş yaşına gelince bir sancağa gönderilerek burada devlet yönetimini tecrübe etmeleri amaçlanırdı.On beş yaşından önce sancağa çıkan şehzadeler de vardır. Gelibolulu Ali, Çelebi Mehmet’in on dört yaşındayken Hüseyin Hüsamettin, II. Mehmet’in sekiz yaşında ve II. Bayezit’in ise yedi yaşında sancak beyi olduğunu iletir. II. Bayezid'e kadar Amasya, bundan sonra da Kütahya tercih edilen başlıca sancaklardır.

şehzade henüz sancağa çıkmadan Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda iç oğlanlarla birlikte hem fiziksel hem entelektüel eğitim görmekteydi.Binicilik ve dövüş sanatları eğitimini iç oğlanlarla birlikte alırlardı. Sarayda ayrıca bir de “şehzade Okulu” bulunmaktaydı. Devrin en yetenekli hocaları eğitim vermesi için tutulurdu. II. Mehmet’in hocalığını yapan Molla Güranî ve İnbü’t?Tercid, oğlu şehzade Bayezit’in hocası Molla Salahaddin, I. Süleyman’ın oğlu şehzade Selim’in hocası şeyh Nurullah bin Akşemseddin buna örnektir.

1603’te I. Ahmet döneminde şehzadelerin sancağa çıkarılma usulü kaldırılmıştır. Bunun zindan hayatı da denilen Kafes Hayatı’nı başlattığı söylenir. Yine I. Ahmet döneminde tahtın babadan oğluna geçmesi usulünün ortadan kalkması ve Ekberiyet Usulünün kabulü, şehzade eğitimini aksatmıştır.


Eğitim anlayışı

200px-Mekteb-i_Sultani_%28Galatasaray_Lisesi%29_between_1880_and_1893_r3.jpg

1880'lerde Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)

Osmanlı'da ilköğretim seviyesindeki Sübyan okullarına "mekteb" veya "küttab", yoksul çocuklar için açılanlara ise "küttab-ı sebil" veya "mekteb-i sebil" de denilmekteydi. Küttab veya mekteb, aynı anlamda olup "yazı öğretilen yer" anlamına gelmektedir. İlk başlarda, burada okuma yazma öğretilse de, daha sonraları temel İslâmî bilgiler de verilmeye başlanmıştır. Bizans'ın eğitim anlayışı İslâm âlemininki ile temel öğretim, genel şartlar ve prensipler bakımından birbirlerine çok yakın bulunmaktaydı.

Eğitim kurumları

200px-Stammesschule_Gruppenfoto.jpg

Mekteb-i Aşiret-i Humayun, 1892- 93

Memur yetiştirmek amaçlı eğitim kurumları
Enderun
İlk olarak II. Murat Dönemi'nde Edirne Sarayı'nda açılmıştır. En önemli özelliği şimdiki tanımıyla Saray Üniversitesi olmasıdır. Osmanlı Devleti’ni yönetecek idareci, komutan, devlet memuru ve sanatkârlar enderunda yetiştirilmiştir. Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir), dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müspet ilimler dersleri okutulurdu.

Acemi Oğlanlar Ocağı
Acemioğlanlar Ocağı Osmanlı İmparatorluğunda enderun için öğrencileri ve başta piyade kısmı olmak üzere kapıkulu ordusunun ihtiyaç duyduğu askerleri eğitmek için kurulmuş olan ocaktır. Gayrimüslim halktan, özellikler Balkanlar'dan 8-18 yaş arasında çocuk ve gençlerin devşirme ile alındığı Acemi Ocağı'nda çoğunlukla asker bazen de saraya bürokrat yetiştirilirdi.

Mülkiye Mektebi
200px-Mekteb-i_M%C3%BClkiyye-i_%C5%9E%C3%A2h%C3%A2ne._Padi%C5%9F%C3%A2h%C4%B1m_%C3%87ok_Ya%C5%9Fa..jpg

20. yüzyıl başında Mekteb-i Mülkiye öğrencileri, arkada: Padişahım çok yaşa yazısı

Mekteb-i Mülkiye sivil yönetici sınıfını yetiştirme amacıyla açılmış olan okuldur. İstanbul’da 1859’da (Abdülmecit devrinde) kurulmuştur. Cumhuriyet devrinde Ankara’ya taşınmıştır. Günümüzde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dönüşmüş olarak eğitimini sürdürmektedir. İktisat, İşletme, Maliye, Uluslararası İlişkiler, Çalışma Ekonomisi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi alanlarında eğitim vermektedir.

Darülmaarif

Darülmaarif(??? ???????) ya da Mekteb-i Maârif Osmanlı'da Avrupa tarzı inşa edilen ilk eğitim kurumudur. Tanzimat Dönemi gelişmelerine bağlı olarak devlete memur yetiştirmek ve çağın gerektirdiği niteliklere ulaşmak için Avrupai tarzda eğitim amaçlanmıştır. O günkü rüşdiyelerden daha ileri düzeyde bir eğitim uygulanmıştır. İleride açılması düşünülen Darülfünun'a da öğrenci yetiştirilmek istenmiştir. Osmanlı eğitim kurumlarında uygulanagelen klasik müfredata ilâveten aritmetik, geometri, felsefe, astronomi, coğrafya gibi bir kısmı o dönemin rüşdiyelerinde okutulmayan dersler de konulmuştur. Mektep Cağaloğlu’ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi yanında yapılmak istenmiş ancak yakında medreseler bulunduğu gerekçesiyle yapılamamıştır. Daha sonra Bezmialem Valide Sultan aynı yerde modern tarzda bir bina vakfetmiştir. Dârülmaârif, padişah ve devlet görevlilerinin katıldığı bir merasimle ve devrin sadrazamı Mustafa Reşid Paşa’nın nutkundan sonra 21 Mart 1850’de bu binada öğretime başlamıştır.[11]

Mekteb-i Osmani

200px-Flickr_-_Government_Press_Office_%28GPO%29_-_Law_students_in_Turkey.jpg

Daha sonra İsrail başbakanı olan David Ben Gurion ve İsrail'in 2. cumhurbaşkanı olan Yitzhak Ben Zvi İstanbul'da hukuk öğrencisi iken, 1912

Mekteb-i Osmani, Osmanlı yönetiminin, Fransa'ya gönderilen askeri öğrencilerin Fransızca öğrenmelerini sağlamak amacıyla, 1857'de Paris'te açtığı okul.[15] Paris'teki Osmanlı elçisi Mehmed Cemil Paşa'nın öneri ve girişimleri sonucu öğretime başladı. Okulun müdürü ve yardımcıları Türk, öğretim kadrosunun büyük çoğunluğu Fransızdı. Öğretime geçtikten birkaç yıl sonra, getirdiği ağır mali yüke karşılık yeterli verimin alınamadığı ortaya çıktı. 1868'de açılan Mekteb-i Sultani'nin daha iyi sonuçlar üzerine 1874'te kapatıldı.

Lisan Mektebi

Lisan Mektebi, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde devlet memurlarının yabancı dil öğrenmeleri için hizmet vermiş bir okuldur.[16] Tercüme Odası’nın Osmanlı Devleti’nin idari teşkilatında yabancı dil öğretilen bir okul olma misyonunu yitirmesiyle dil bilen memur yetiştirmek üzere Lisan Mektebi açıldı ancak kısa aralıklarla birkaç defa kapatılıp yeniden açılan bir kurum oldu. İlk açılışı 1866, bir daha açılmamak üzere kapanışı 1892’dedir.

Askeri Okullar

Nazim_Hikmet_Bahriye.jpg

Nâzım Hikmet, Bahriye öğrencisi iken, 1917

Osman Gazî ve Orhan Gazî’nin ilk zamanlarında gönüllülerden oluşan ilk Osmanlı ordusu yerine, Bursa’nın fethi sırasında ortaya çıkan eksiklikleri gidermek için yevmlü (maaşlı) yaya ve atlı birlikler kurulmuştur. Yeniçerilik kurularak eğitimli bir ordunun temelleri atılır.Klasik dönemde askeri eğitimde öne çıkan iki unsur Acemioğlanlar Ocağı ile Yeniçeri Ocağı'dır. Acemioğlanları Ocağı'nda: Pençik ve Devşirme usulleriyle toplanan çocuklar, yetiştirilmek amacıyla önce bir Türk ailesine verilir ve oradan da Acemioğlanlar Ocağı’na gelirlerdi. Bu çocuklar, burada bir taraftan Sıbyan Mektebi seviyesinde eğitim verilirken diğer taraftan da askerî disiplinle Yeniçeri Ortası’na hazırlanırdı. Daha sonra acemioğlanlar arasından seçilen kıdemli oğlanlar, Cemaat Ortaları, Sekbanlar ve Ağa Bölükleri’nde eğitime tabi tutulurlardı. 1826'da kaldırılan yeniçerilikten sonra, farklı müesseseler ile ordunun eğitimi devam ettirilmeye çalışılmıştır.

Kara Okulları

Mühendishane-i Berr-i Hümâyun =

Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn, 1795 yılında III. Selim döneminde kurulmuştur. Haritacılık, gemi inşaatı ve inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktaydı. Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn; 1847'de mühendislik eğitiminin dışında mimarlık eğitimi de vermeye başladı. 1883'te Hendese-i Mülkiye, 1909'da Mühendis Mekteb-i Âlîsi adını aldı.

Kara Harp Okulu

200px-Ataturk%2C_Ottoman_War_Academy%2C_1901.jpg

Harp Okulu öğrencisi Atatürk ve arkadaşları, 1901

Osmanlı padişahı II. Mahmud'un fermanı ile 1834 yılında kurulması çalışmalarına başlanan Mekteb-i Harbiye, 1 Temmuz 1835'te Maçka'da padişahın da katıldığı bir törenle eğitim ve öğretime başlamıştır. 1905 yılında beş ordu merkezinde açılmış olan Edirne, Manastır, Erzincan, şam ve Bağdat Harp okulları, kısa bir süre sonra kapatılmışlardır. Bundan sonra sadece İstanbul’daki Harbiye Mektebi, eğitim ve öğretime devam etmiştir. Mütareke Dönemi'nde 1 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’da Abidin Paşa Köşkü'nde eğitim ve öğretime başlamıştır. Harp Okulu, ilk mezunlarını 1 Kasım 1920 tarihinde vermiştir.

Donanma Okulları
Mühendishane-i Bahr-i Hümâyun


Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn (İmparatorluk Deniz Mühendishanesi)[18] Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1773[18] yılında III. Mustafa zamanında tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla açılmış teknik okuldur. Okulda sınıflara ilk defa tahta ve sıra konulmuştur. Bir okul matbaası kurulmuş ve ders kitapları basılmıştır.

Deniz Harp Okulu

Mühendishane-i Bahr-i Hümayun , 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından İstanbul, Kasımpaşa'da kurulmuştur. Tersane içerisinde “Hendese Odası” adıyla bir sınıf olarak açılan okul; 1782 yılında Padişah I. Abdülhamit döneminde Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn' adını almıştır. Günümüzde Deniz Harp Okulu olarak eğitimine devam etmektedir. İstanbul Teknik Üniversitesi ve Deniz Harp Okulu; bu kurumun içinden ayrılarak eğitime devam etmiştir.[19]

Havacılık Okulu
Tayyare Mektebi

Balkan Savaşlarının ardından 1912 yılının başında Osmanlı'nın askeri havacılığının gelişimi için Yeşilköy'de kurulmuş olan uçuş okuludur.Enver Paşa'nın Harbiye Nazırlığı sırasında başlanmış olan Askeri Havacılık Teşkilatının geliştirilmesi, eğitimi ve personelin yetiştirilmesi amacıyla Fransa'dan hava yüzbaşısı Marki De Gois De Mezeyrac sözleşme ile Yeşilköy Tayyare Mektebi Müdürlüğü'ne getirilmişti. Böylece, bu okulda eğitim veren ilk öğretmen pilot Fransız Marki De Gois De Mezeyrac olmuştur.[20]

Tıbbi Okullar
Gülhane Askerî Tıp Akademisi

İlk olarak "Gülhane Seririyat Hastanesi" adı ile Padişah II. Abdülhamit’in doğum günü olan 30 Aralık 1898 tarihinde törenle açılmış, "Gülhane" adıyla kurulduktan hemen sonra Tıbbiye-i şahane'den mezun olan asker hekimler bölükteki görev yerlerine gitmeden önce Haydarpaşa Askeri Hastanesi yerine burada bir yıl pratik eğitimine başlamışlardır. 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmesinden sonra tıp konularında yapılmak istenen reform girişimleri sonucu askeri ve sivil tıp okulları birleştirilmiş ve 1909’da kurulan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne Gülhane öğretim üyelerinin on bir kişilik önemli bir kısmı da transfer olmuştur.

Mekteb-i Tıbbiye-i şahane

200px-Haydarpasa_campus_general.jpg

Mekteb-i Tıbbiye-i şahane

Tıphane, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i şahane, kökü Osmanlı padişahı II. Mahmut'un 14 Mart 1827’de açtığı Tıphane'ye uzanan Türkiye tarihindeki ilk Tıp fakültesidir. Bugünkü İstanbul Tıp Fakültesi'nin Osmanlı'nın son dönemlerindeki adıdır. 1843 yılında ilk mezunlarını vermiş; 4 mezununun 1848 yılında Viyana'da yapılan tıp yeterlilik sınavını geçmesi üzerine Avrupa'daki tıp fakültelerine denk sayılmaya başlanmış ve "fakülte" statüsü kazanmıştır.

Sivil Halka yönelik eğitim kurumları

200px-Boris_Schatz%2C_Ahad_Ha%27am_and_students_from_Bezalel%2C_in_the_institution%27s_garden_1912.jpg

Boris Schatz, Ahad Ha'am ve öğrencileri Bezalel Sanat Okulu, Filistin, 1912

Sıbyan mektebi


200px-Ta%C5%9F_Mektep.JPG

Taş Mektep, Trilye 1904-1909
Sıbyan(çocuklar) mektebi Osmanlı'da ilköğretim kurumuydu. Dâru’t?ta’lim, Dâru’l?‘ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb?i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinir. Bu mekteplerin hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve şâkird adı verilmektedir.[22] Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilirdi. 1862'den sonra yerini iptidai denilen ilköğretim kurumlarına bırakmıştır. 1924'te tamamen kaldırılıp millî eğitime bağlı ilkokullarla değiştirilmiştir.

Medrese

200px-Athens_Medresses_gate.JPG

1721'de Atina'da inşa edilmiş bir medresenin girişi, 2008

200px-%C5%9Eemsi_Pasha_Mosque-madrasa.jpg

Mimar Sinan tarafından 1580'de Üsküdar'da inşa edilen şemsi Paşa Medresesi,2011

Osmanlı Devleti'nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini veren, eğitim ve öğretim sisteminin temel kurumu medreselerdir. Türk-İslam çevrelerinde çıkıp gelişmelerine karşın zaman içerisinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üzeri değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir. Medreselerde, nakli ve akli bilimler öğretilmekteydi. Nakli bilimlerde İslam dinine ait ilişkin konular ele alınmaktaydı. Tefsir, Fıkıh ve Kelam nakli bilimlerdendir. Akli bilimler ise bir yönüyle Allah'ın varlığını kanıtlayan, diğer yönüyle ise Dünya'nın düzen ve varlığını akıl yoluyla açıklayan bilimlerdi. İlk medrese 1331 yılında Orhan Bey döneminde İznik'te açılmıştır. Atanılan ilk müderris ise Davud el-Kayserî'dir. En yüksek seviyeli dönemlerine Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında ulaşmıştır.

Darülkurra

Darülkurra, Kur'an okuma yöntemlerini (tecvidi) öğretmek için kurulan medrese tarzı kurumdur. Ayrıca, Cami, mescit gibi yerlerin hemen yanında yapılan kuran okuma yeri anlamına da gelir. Tek kubbesi olan, iki göz revaklı, fevkâni bir yapı olan Darül-kurra'nın kubbesi medrese kubbelesiyle aynı düzeydedir. Bu tür mimarî özelliklerinin yanı sıra Darül-Kurra bir Kur'an ezberleme yeridir. Hafızların Kur'an ezberi yaptırmalarının yanı sıra Arapça ve Tilavet derslerinin de verildiği bir yerdir.

İptidai- İdadi- Rüşdiye

Darülfünun

200px-Beyazit1900.jpg

Darülfünun, 1900
Ana madde: Darülfünun
Darülfünun (veya Dar-ül Fünun, Arapça: ??? ??????) üniversite" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Aynı zamanda 1900 yılında Avrupa üniversiteleri tarzında kurulan Darülfünun-ı şahane veya İstanbul Darülfünununu ifade eder. Bu kurum 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.

Darüşşafaka

Darüşşafaka parasız yatılı, karma öğretim kurumudur. Kelime anlamı şefkat Yuvası'dır. Babasını veya annesini kaybetmiş, yetenekli, maddi olanakları yetersiz çocuklara hizmet verir[24] Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye adlı 30 Mart 1864 tarihinde kurulan derneğe dayanır. İlk girişimleri, Beyazıt, Koska’da Valide Mektebi (Emetullah Kadın Mektebi)’ni açmak idi. Bu girişim Ebubekir Paşa Mektebinde şube açılarak ilerletildi. İlk gelirini Çarşı’da bulunan 105 dükkânın kirasının bağlanmasıyla oluşturan cemiyet, zamanla devletin, yüksek devlet memurlarının, esnafın ve halkın değişik kesimlerinden pek çok vatandaşın yaptığı bağışlarla gitgide büyüdü[24]. Cemiyetin gelişmesiyle birlikte daha büyük ölçekli bir okulun kurulması gündeme alındı. Seçenekler arasından Fransa’daki “Prytanéé Militarie De La Fleshe” denemesi örnek alınarak, kız-erkek İslam yetimlerinin eğitim görecekleri Darüşşafaka kuruldu. 28 Haziran 1873’te eğitime başladı. Tanzimat devinde, rüştiyelerin nitelikli memur yetiştirmekte yetersiz kaldığı görüşünden hareketle açılan bir dizi üst kademe okuldan birisi oldu. Mezunlar, yüksekokul mezunu kabul edilmekte idi.

Dârülmuallimât

1870 yılında Osmanlı Devleti’nde, ilk ve orta öğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan eğitim kurumu. Kız öğretmen okulu. Osmanlı Devleti'nde, kızlar için ilk iptidâiye (ilkokul) ve rüştiye (ortaokul) mektepleri, 1858 yılında açıldı. 1869 Maârif-i Umûmiyye Nizamnâmesi’nde (Genel Eğitim Yönetmeliği'nde), bu okullara öğretmen yetiştirmek amacıyla bir kız öğretmen okulunun açılması öngörüldü. Okulun açılması, 26 Nisan 1870’te gerçekleşti; Dârülmuallimât adıyla, İstanbul’da Sultanahmet semtinde bir konakta açılan okulda eğitime başlandı. Tanzimat süresince de tek bir okul olarak kaldı.

Mekteb-i Aşîret-i Hümâyun


200px-Stammesschule-JD.jpg

Mekteb-i Aşiret-i Humayun, 1892
Aşiret Mektebi, Sultan II. Abdülhamid tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde açılan okuldur. Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılmıştır. Mektebe ilk olarak Halep, Bağdat, Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs, Bingazi ile Zur sancaklarından, kabiliyetli ve muteber ailelerin 12 ile 16 yaş arasındaki çocukları alınmıştır.

Yaygın Eğitim
Yaygın eğitim, bireylerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeye yardımcı olan, okul sistemi dışında verilen eğitimdir.

Cami

Dâru’l?Kurra ve Dâru’l?Hadis medreselerinin birçoğu camilerde açılmışlardır. Medreselerin ihtiyacı karşılayamamaları durumunda camiler içinde Dersiye adı verilen örgün eğitim kurumları da açılmıştır.

Tekke
220px-Islamic_religious_buildings_41.JPG

Kalkandelen, Makedonya'da bulunan, 1538'de inşa edilen Arabati Baba Tekkesi. Avrupa'da ayakta kalan ender yapılardandır.

Tekkeler mensubu bulundukları tarikatın yöntem bilgisi ile dini tedris, tefsir, hadis, fıkıh, siyer?i nebî dersleri vermiştir. Tekkelerde Türkçe, Arapça ve Farsça da yaygın olarak öğretilmiştir.

Kütüphane

Kütüphane cami, tekke ve medreselerde bulunduğu gibi, müstakil olarak da mevcut olabilirdi. Okuma ihtiyacını gidermesi yanında buraya tayin edilen Hafız?ı Kütüpler vasıtasıyla eğitim de vermiştir.

Sahaf

Sahaflar Ulema, talebe ve kitap meraklılarının uğrak yeri olduğundan, buralarda ilmi sohbetler ve müzakereler yapılırdı.

Lonca

Loncalar, esnaf teşkilatı ahiliğin devamı olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da meslek mensuplarının yetiştirilmesinde önemli bir yaygın eğitim kuruluşudur.

Saray

200px-Front_Side_Library_Sultan_Ahmet_III.JPG

Topkapı Sarayı Enderun'unda bulunan 3. Ahmet Kütüphanesi

Osmanlı sarayı devlet görevlisi yetiştiren resmi eğitimin yanında yaygın eğitim de vermekteydi. Saray erkanına ve davetlilere Kur’an?ı Kerim odaklı dersler yapılırdı. Bu derslere Huzur Dersleri denirdi. III. Mustafa zamanında resmi hale gelen bu dersler: konuyu sunan(Mukarrir) bir müderris ve ona mukabil akademik tartışmaya katılacak yeteri kadar tartışmacıdan(Muhatab) oluşurdu.

Ev

Başta ulema evleri olmak üzere varlıklı ailelerin konaklarında zaman zaman dersler ve sohbetler yapılırdı. Ulema, bilgisini sadece kendi kafasında tutmanın vebalinden kurtulmak için talebeler bulma ihtiyacı hissederdi.

Kıraathane

Bir toplumsal buluşma yeri olan Kıraathanelerde kitap rafları bulunurdu. İsteyen buradan bilgi edinirdi. Ulemanın da uğrak yeri olmaları sebebiyle birer edebi ortam konumundaydılar. Müdavimi olan şairler, meddahlar ve saz şairleri buradaki halk ile müzakereler yürütürdü.

Muvakkithane ve Rasathane

200px-Istambul_observatory_in_1577.jpg

Akademik düzeyde eğitim veren Takiyüddin'in Rasathanesi, kısa bir süre sonra şeyhülislam'ın fetvasıyla yıkılmıştır.

Namaz saatlerini ayarlama çalışmalarını yapan muvakkithaneler konu ile ilgili şahıslara ilgili teknik bilgiyi vermekteydi. Rasathane ise ilki 16. yüzyıl sonunda Takiyüddin tarafından açılan astronomi çalışan kurumlardı. Burada akademik düzeyde eğitim verilmekteydi.

 

TeKo

Özel Üye
Katılım
12 Aralık 2020
Mesajlar
1,323
Tepkime puanı
0
Kültür

Kültür

Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişlerdi. Anadolu'ya yerleştikten sonra başta Yunan, Ermeni ve Yahudi olmak üzere yerli halkların kültürleriyle bir ölçüde kaynaştılar. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıktı. Özellikle İmparatorluk haline geldikten sonra diğer kültürlerle değişim süreklilik kazandı.

Osmanlı Hanedanını yöneten erkekler, eşlerini çeşitli etnik gruplardan aldılar ve bu nedenle sultanlar karışık ırk ve kültürel mirasa sahip oldular.

Edebiyat

Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça ve Farsçadan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan oldu.[114] Garibnâme (1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşa, İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname (1387) mesnevisinin sahibi şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerinin sahibi Ahmedi, Divan'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai, Hüsrev ü şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi şeyhi, Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları, onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçeye aktarıldı. Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçenin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat için Danişmentname'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır. Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmış yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.

Mimari


Erken dönem mimarisinde, yapılar ağırlıklı olarak İznik, Bursa ve Edirne şehirlerinde yer aldı. Yapılar daha çok Bizans mimarisi ve Selçuklu mimarisi etkilerini taşısa da, bu dönemde bir sonraki döneme dayanak oluşturacak fikirlerin ilk uygulamaları gerçekleşti. Bu uygulamalardan birisi, yapılarda kubbe kullanılması pratiğidir.

İstanbul'un Fethi'den itibaren, mimari eserler İstanbul'da yoğunlaşmaya başladı. Bu dönemde daha çok yüksek ve görkemli yapılar inşa edildi. Bu yapılar daha çok dinî yapılar ve kamu binalarıydı.

Lâle Devri'yle beraber, Batılılaşmanın etkisiyle Batılı tarzda binalar yapılmaya başlandı. Bu dönemde Boğaz kıyısına köşk yapma modası ortaya çıktı.

Süs sanatları

Müzik ve sahne sanatları

Türk sanat müziği Osmanlı elitlerinin eğitiminin önemli bir parçasıydı. Osmanlı sultanlarının birçoğu müzisyen ve besteciydi. III. Selim'in besteleri günümüzde hâlâ icra edilmektedir. Osmanlı klasik müziği büyük ölçüde Bizans müziği, Ermeni müziği, Arap müziği ve Fars müziği birleşmesinden oluşuyordu. Besteler Batı müziğindeki ölçüye biraz benzer olan usûl adı verilen ritmik birimler etrafında düzenlenmiştir. Melodi birimlerine Batı'daki moda biraz benzeyen makam denir.

Müzik aletleri olarak Anadolu ve Orta Asya enstrümanlarının (saz, bağlama, kemençe) bir karışımı, diğer Orta Doğu enstrümanları (ut, tambur, kanun, ney) ve daha sonraları geleneksel Batı enstrümanları (keman ve piyano) kulllanılır. Başkent ile diğer alanlar arasındaki coğrafi ve kültürel ayrım nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu'nda Türk sanat müziği ve Türk halk müziği şeklinde iki ayrı müzik tarzı ortaya çıktı. Eyaletlerde birkaç çeşit halk müziği oluştu. Ayırt edici müzik tarzlarıyla en baskın müzikler: Balkan-Trakya Türküleri, Kuzeydoğu Türküleri, Ege Türküleri, Orta Anadolu Türküleri, Doğu Anadolu Türküleri ve Kafkas Türküleridir. Ayırt edici tarzlardan bazıları: Mehter, Roman müziği, Oryantal dans, Türk halk müziğidir.

Karagöz ve Hacivat adı verilen geleneksel gölge oyunu, Osmanlı İmparatorluğu genelinde yaygındı ve bu kültürdeki tüm büyük etnik ve sosyal grupları temsil eden karakterler içeriyordu. Tek bir usta tarafından, tef eşliğinde tüm karakterler seslendirilir ve oynatılırdı. Gölge oyununun kökeni belirsizdir.

137px-Abdulaziz.jpg

Sultan Abdülaziz bir müzik bestecisiydi.


127px-Surname_171b.jpg

Yeniçerilerin mehterini gösteren Levni tarafından yapılmış bir minyatür.


200px-Karagoz_figures.jpg

Gölge oyunu Karagöz ve Hacivat Osmanlı İmparatorluğu'nda yaygındı.

Mutfak

150px-Fran%C3%A7ois-Marie_Rosset_-_Femmes_Turcs_turques_de_Serquin%2C_leur_mani%C3%A8re_de_faire_leur_pain_-_Syrie_-_1790.jpg

Ekmek pişiren Türk kadını, 1790

Osmanlı mutfağı başkent İstanbul'da ve bölgesel başkentlerde tüm halkın hoşuna giden, kültürlerin erime potasıyla oluşan ortak bir mutfaktır. Bu farklılıklarla dolu mutfak imparatorluğun belli bölgelerinden getirilen şeflerin İmparatorluk Sarayı'nın mutfaklarında farklı malzemeleri yaratması ve denemesi ile mükemmelleşti.

Osmanlı Sarayı'nın mutfak kreasyonları Ramazan etkinlikleri sayesinde ve Paşa Yalılarında pişirilmesiyle nüfusun geri kalanına yayıldı. Bugün, Osmanlı mutfağı Türkiye'de, Balkanlar'da ve Orta Doğu'da yaşar, "bir zamanlar Osmanlı yaşam tarzında olan ortak vârisler ve onların mutfakları bu gerçeğin delilleridir".

Yerel çeşitlere ve bunların arasında karşılıklı alışveriş ve zenginleştirmeye dayalı olması dünyanın herhangi bir büyük mutfağı için olağandır. Ama aynı zamanda büyükşehir geleneğinin zarif tadı ile homojenize ve uyumludur.

Bilim ve teknoloji

220px-Istambul_observatory_in_1577.jpg

1577'de Takiyüddin'in Rasathanesi

Osmanlı tarihi boyunca, Osmanlılar diğer kültürlerden çevrilen el yazması kitaplar ile geniş bir kütüphane koleksiyonu oluşturmayı başardı. Yerli ve yabancı el yazmaları arzusunun büyük bir kısmı 15. yüzyılda geldi. II. Mehmed Trabzonlu Yunan bilim adamı Georgios Amirutzes'e Batlamyus'un coğrafya kitabını tercüme ettirdi ve Osmanlı eğitim kurumları için kullanılabilir hale getirtti. Başka bir örnek ise aslen Semerkandlı gökbilimci, matematikçi ve fizikçi olan Ali Kuşçu; iki medresede profesördü ve İstanbul'da sadece ölümünden önceki 2 ya da 3 yılını yaşamasına rağmen yazıları ve öğrencilerinin faaliyetleri sonucu Osmanlı çevrelerini etkiledi.

1577'de Takiyüddin 1580'e kadar astronomik gözlem yapacağı Takiyüddin'in Rasathanesini kurdu. Güneş yörüngesinin dışmerkezliğini ve apsis'in yıllık hareketini hesapladı. Rasathanesi 1580'de yıkıldı.

1660'ta Osmanlı bilim adamı Tezkireci Köse İbrahim Efendi Noël Duret'in 1637'de yazdığı Fransızca astronomik çalışmasını Arapçaya çevirdi.

şerafeddin Sabuncuoğlu ilk cerrahi atlas yazarı ve İslam tıbbının son majörü. Çalışmaları büyük ölçüde Ebû'l-Kasım Zehrâvi'nin Al-Tasrif'ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik getirdi. Kadın cerrahlar da ilk defa resimlendirilmiştir.

Dakika ölçen ilk saat örneği Osmanlı saatçisi Meshur Sheyh Dede tarafından 1702'de yapıldı.

Spor

Osmanlı İmparatorluğu'nda spor büyük önem taşımaktaydı[kaynak belirtilmeli] ve hâliyle spor yapan kişi büyük ilgi ve saygı görmekteydi. Osmanlı'nın uğraştığı başlıca sporlar arasında; Güreş, Avcılık, kemankeşlik (ok atıcılığı), binicilik (Cündicilik), Cirit oyunları bulunmaktaydı.
 
İçerik sağlayıcı "paylaşım" sitelerinden biri olan Harbimekan.Com Forum, Eğlence ve Güncel Paylaşım Platformu Adresimizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Harbimekan.Com sitesindeki konular yada mesajlar hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler için info@harbimekan.com yada iletişim sayfası üzerinden iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 3 Gün (72 Saat) içerisinde Forum yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacaktır.

Bu Site, Bilim ve Sağlık Haber Ajansı Üyesidir.

Yığıntı - 8kez - kaynak mağazam - Uğur Ağdaş